Özel Eğitim Nedir ?

Özel Eğitim Nedir ?

Hepimiz yaşadığımız çevrede gözleri görmeyen, kulakları duymayan, yürüyemeyen, konuşamayan, konuşurken sesleri eksik yada farklı çıkaran, kekeleyen, öğrenemeyen veya geç yada güç öğrenen, kendi kendine okuma-yazma öğrenen, bazı alanlarda yetişkinler kadar bilgiye hatta onlardan daha fazla bilgiye sahip olan çocuklar görmüşüzdür.

Continue reading “Özel Eğitim Nedir ?”

Özel öğrenme güçlüğü

Özel öğrenme güçlüğü;

öğrenmeyle ilgili bir sorun olarak algılanmakla ve tanıtılmakla birlikte; gördüğümüz, duyduğumuz ya da dokunduğumuz, tanımaya çalıştığımız şeylerin algılanmasıyla ilgili ya da işlenmesiyle ilgili bir sorun olarak yaşanmaktadır. Beyindeki bazı farklılıklar nedeniyle öğrenme süreçlerinin bir ya da birkaçında sapmalar olması durumunda ortaya çıkar. Her özell öğrenme güçlüğü gösteren çocuk birbirinden farklıdır.Özel öğrenme güçlüğü zeka sorunu değildir. Tanı konulması için duyusal organlarda organik bir bozukluğun olmaması gerekmektedir.
Ondokuzuncu yüzyılda disleksi daha çok bilinen bir kavramdı. Disleksinin sözlük karşılığı okuma güçlüğüdür. Özel öğrenme güçlüğü okuma\yazma\aritmetik güçlüğü olarak da geçebilir. Sıklığı %1-%30 arasında değişir, erkeklerde daha sık görülür. Nedenleri kesin olarak bilinmemektedir. Olası nedenlerinin genetik, kalıtsal etmenler , beyindeki yapısal işlev farkları olduğundan bahsedilmektedir. Özel öğrenme güçlüğü olan çocukların anne-babalarında da özel öğrenme güçlüğü görülmektedir. Beynin her iki yanındaki işitsel alan, normal kişilerde solda daha büyüktür, disleksiklerde her ikisi de eşit ya da sağdaki daha büyüktür. Özel  öğrenme güçlüğü olanlarda ses-harf  ; ilişkisinin bozuk olduğu söylenmektedir. Örneğin; kişi “;c”; sesini görmekte ama nasıl olduğunu hatırlayamamaktadır. Beyindeki dil ve görsel algı alanlarında daha az aktivasyonun olduğu söylenmektedir.
Öğrenme; öğrenilen materyali akılda tutmak, birbiriyle ilişkilendirmek ve yeri geldiğinde kullanmaktır. Öğrenme sorunları 0-6 yaş grubunda da gözlenebilir ama okula başlayınca anlamlandırılabilir. Öğretmenler bu çocukların yeterli zekada olduklarını, ilgi alanlarının da olduğunu ama öğreniyor göründükleri şeyleri öğrenemediklerini ifade etmektedirler. Özel öğrenme güçlüğü olan çocuklar doğru heceleme yapamamaktadırlar. Fişleri kopyalarken bile b-d-p harflerini ters yazmaktadırlar. Aileler özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarıyla ilgili yakınmalarını “;evde çalıştırıyoruz, tekrar ettiriyoruz, öğreniyor ama okulda aynı şeyi yapamıyor”; şeklinde ifade etmektedirler.
1917’;de Hinsselwood özel öğrenme güçlüğünü “;doğuştan kelime körlüğü”; olarak tanımlanmıştır. Konjenital bir sorun olduğunu söylemiş ve genetik geçişli olduğunu tanımlamıştır. Daha sonra 1941’;de Strauss ve Warner, minimal beyin disfonksiyonu terimini kullanmış ve yeterli entelektüel düzeye sahip oldukları halde, okuma güçlüğü nedeniyle okulda başarılı olamayan vakalara işaret etmiştir. Bugünkü tanıma en yakın şekliyle ilk kez 1942’;de Kirk tarafından Learning Disabilty terimi kullanılmıştır. Bu tanımda öğrenme bozukluğu serebral, duygusal  ; ya da davranışsal bozukluktan kaynaklanan dili kazanma, konuşma, okuma-yazma, aritmetik becerilerin bir ya da birden çoğunun gelişiminde gecikme, bozukluk ya da geriliktir.
Bu durum zeka geriliği, duyusal kusurlar ve kültürel faktörlerden bağımsız olarak gelişmektedir. Bateman 1965’;te özel öğrenme güçlüğü olan çocukları, “;öğrenme sürecindeki temel bozukluklara bağlı olarak ortaya çıkan ve zihinsel potansiyelinden beklenen başarı ile o andaki okul başarısı arasında anlamlı farklılık bulunan çocuklar”; olarak tanımlanmış ve merkezi sinir sisteminin fonksiyon bozukluğu üzerinde durmuştur. Özel öğrenme güçlüğü genel bir terimdir.
 Hammill, 1982-1989 yılları arasında 28 temel kitabı incelemiş ve ortak noktaları çıkarmıştır.

1  Başarısızlık
2  Sinir sistemi fonksiyon bozuklukları
3.  Psikolojik süreçler
4.  Yaş (her yaşta görülebilir)
5.  Konuşma dili sorunları
6.  Akademik sorunlar
7. Kavramsal sorunlar
8. Diğer sorunlar
9.  Çok boyutlu özürDisleksi: Okuma sorunları Disgrafi:
Yazma sorunlarıDiskalkuli: Matematik sorunlarıDaha sonraları bu sorunları içeren bozukluk Learning Desorder olarak tanımlanmıştır. DSM III-R’;da Akademik Beceri Bozukluğu ( görme, işitme, nörolojik bir hastalığa baplı olmaması gerekiyor) adıyla yer almıştır. Özel öğrenme güçlüğü bilginin kazanılması ve işlenmesinde ortaya çıkan bir sorundur.
Bilgi İşlem Modeli (Information Processing): Silver 1989-19961. Girdi (Input): Göz, kulak, deri gibi periferik organlardan alınan işlenmemiş uyaranlardır. Bu uyaranlar nöronlar kanalıyla beyne ulaşırlar ve girdilerin algılanması beyinde gerçekleşir. Farkına varma ve algılama için, uyaranların beyindeki ilgili alanlara alınması sürecidir. Özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarda bu uyaranların algılanmasında bir sorun vardır. Uyaranların algılanması derken görsel algı bozukluklarından, işitsel algı bozukluklarından ve dokusal algı bozukluklarından söz edilmektedir.
Görsel Algı Bozuklukları: Şekil-pozisyon algısındaki bozukluk , şekil-zemin algısındaki bozukluk ya da uzaklık-derinlik-boyut algısındaki bozukluktur.
Şekil-Pozisyon algısındaki bozukluk: Özel öğrenme güçlüğü olan çocuk gördüğü şeyin şekil ve pozisyonunu algılamada güçlük çekebilmektedir. Harfleri ters ya da dönmüş olarak algılayabilmektedir. Örneğin; b-p, 3-5, 6-9, p-b gibi harf ve rakamları ters çevirebilir. Sözcükleri ters çevirebilir, koç-çok, ev-ve gibi. Bu güçlükler çocuk okula başladığında fark edilir. Okul öncesinde şekil-pozisyon algılama olgunluğu henüz yerleşmemiş olabilir. Okula başladıklarında o olgunluğa ulaşmış sayılırlar. Birinci sınıf acemilik dönemidir. Ancak ikinci sınıfın birinci döneminden itibaren bu sorunların görülmemesi gerekir.
Şekil-Zemin algısındaki bozukluk: Bu problem, bir bütünün önemli olan bir parçasına odaklaşmada zorluklara neden olur. Okuma, bu beceri ile ilgilidir. Çünkü okuma söz dizilerine odaklaşmayı, soldan sağa ve satır satır izlemeyi gerektirir. Bu alanda sorunu olan çocuklar okumada satır atlama, satır tekrarlama, sözcük atlama türünden hatalar yaparlar.
Uzaklık-derinlik-boyut algılamada bozukluk: Çocuk derinliği kestiremediği için eşyalara çarpar, sandalyeden düşer. Açık alanda oynarken mekanda pozisyonlarını algılamada, sağ-sol ayırt etmede güçlük çeker. Top yakalamak, ip atlamak, yap-boz yerleştirmek, çekiç kullanmak uzaklık-derinlik-boyut algılamada sorun yaşayan çocuklar için daha güç işlerdir.               
 İşitsel Algı Bozuklukları:  Özel öğrenme güçlüğü olan çocuk duyulan sesleri yanlış algılayabilir. Benzer sesler arasındaki farkı ayırt etmeye bağlı güçlüğü olan çocuklar, sesleri birbirine karıştırabilirler. Örneğin; soba yerine sopa, kova yerine kafa, bavul yerine davul gibi.
İşitsel Figür – Zemin ayırt etme güçlüğü: Aynı anda işitilen farklı seslerden birine odaklanma güçlüğü olarak tarif edilen bu sorunda, çocuk farklı seslerin figür-zemin ayırımını yapmakta güçlük çekebilir. Örneğin; TV seyrederken kendisine seslenince bakmaz, işitmiyormuş gibi görünürler. Yine TV seyrederken duydukları kapı ya da telefon sesinin bulundukları mekandan mı yoksa TV’;den mi geldiğini ayıt edemezler. İşitsel algıda kopukluk (auditory lag) olduğunda, ardarda söylenen mesajların bir kısmını kaçırabilirler, algılayamazlar. Örneğin; özel öğrenme güçlüğü olan çocuğa “;odana git, arkadaşına telefon edip ödevlerini al ve kitaplarınla birlikte buraya gel”; denildiğinde bu mesajın bir kısmını duyar yerine getirir, diğerlerini duymayabilir. Uzun komutlar verildiğinde bir kısmını yapamayabilir.
Dokunsal Algı Bozuklukları:  ; Dokunsal algı sorunu olan çocuklar gözleri kapalıyken dokunma duyusu yardımıyla nesneleri tanımlayamaz. Örneğin; eline verilen oyuncağın ne olduğunu anlayamaz, avucuna yazılan sayı ve yazıyı tanımlamakta güçlük çeker.  ;
2. Bütünleme: Beyne giden bilgi kaydedilince anlaşılması gerekir. Bunun için 3 aşama tanımlanmaktadır. Sıraya koyma, soyutlama ve organizasyon. Bu aşamalardan geçen bilgi bütünleşir. Özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarda bu aşamaların birinde ya da tümünde sorunlar söz konusudur. Sıraya koyma bozukluğu olan çocuktan dinlediği hikayeyi anlatması istendiğinde başını sonunu karıştırır. Cumadan sonraki gün sorulduğunda bilemez, Pazartesiden itibaren sayarak bulabilir. 3×9 sorulduğunda söyleyemez. Soyutlama sorunu, özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarda sıklıkla gözlenmez. Çünkü soyutlama temel zihinsel bir işlemdir. Bu alandaki sorunlar daha çok mental retardasyon (zeka geriliği) ile karakterizedir. Organizasyon sorunu: Bu safha daha önce edinilen bilgilerle yeni kazanılan bilgilerin bağlantılarının oluşturularak gruplanmasını ve organizasyonunu kapsar. Ödevlerin unutulması, zamanın iyi kullanılamaması, defterin, odanın, masanın düzensizlikleri organizasyon bozukluğuna işaret etmektedir.
3. Bellek-Depolama: Gelen bilgi beyinde kaydedilir, anlaşılır, yorumlanır ve daha sonra kullanılmak üzere bellekte depolanır. Özel öğrenme güçlüğünde daha çok kısa süreli bellek bozukluğu görülür. Uzun süreli bellek bozukluğu daha çok mental retardasyonun karakteristiğidir. Kısa süreli işitsel-görsel bellek bozuklukları genellikle birlikte ortaya çıkar. Örneğin çok iyi çalıştığı halde okula gidince başarısız olmak, çarpım tablosunu öğrenememek bu alandaki güçlükleri ifade eder. WISC-R’;da Genel Bilgi alt testinde  ;sınıfına uygun soruları bilemeyebilir.  ;
4. Çıktı: Öğrenilen bilgiler sözcüklerle (dille) ya da kas faaliyetleri ile (yazma-çizme, jest ve mimikler) ifade edilirler. Özel öğrenme güçlüğü olan çocuklar bu alanlarda güçlük yaşarlar. Dil alanında; kendini ifadede kendiliğinden konuşma başlatmada, soru yöneltildiğinde uygun yanıtı verebilmede güçlükleri vardır. Özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarda anne babayı ve öğretmeni şaşırtan şey; soru sorulduğunda bloke olan çocuğun spontan konuşmaya başladıktan sonra gayet akıcı bir şekilde düşüncesini ifade edebilmesidir. Motor beceri alanında; büyük kas gruplarının organize olarak çalışamamasına bağlı olarak yüzme, bisiklete binme, atlama, topa vurma gibi kaba motor becerilerde sorun yaşarlar. Sakarlık sık rastlanan belirtilerdir. İnce motor beceri sorunları da gözlenir. Düğme ilikleme, makas kullanma, çatal-kaşık kullanma, kalem tutma, resim yapma becerilerinde zorlanırlar. Yazı problemleri mevcuttur, ya hızlı ve bozuk yazarlar ya da çok yavaş yazarlar.Özel öğrenme güçlüğünde ses ve konuşma bozukluklarıyla ilgili görüş ve yaklaşımlar da getirmişler.

 Disleksiklerin 3 grupta incelenmesi gerektiği söylenmektedir.

1.  Disfonetik Disleksi: İşitsel kavrama ve ayırt etme becerileri zayıftır. Fonetik bozukluğu olan çocuklar bu grupta yer alırlar. Dil ve sözlü ifade alanında güçlük çekmektedirler. Sözcüklerin fonetik ayrımını yapamazlar. Fonolojik model disleksinin klinik görünümü ve nörologların beynin fonksiyonu ve organizasyonu ile ilgili bulgularıyla tutarlı görünmektedir. Linguistler dil sistemini, her bir dilin belirli bir yönüyle ilgili olan bileşenlerin aşamalı olarak dizilişi şeklinde ifade etmektedirler. Bu dizilişin en alt basamağı dilin içerdiği ayırt edici ses parçacıkları yani fonemlerdir. Kelimelerin tanınması, anlaşılması ve bellekte depolanması ya da gramer açısından incelenmesi için beynin fonolojik modülü tarafından fonetik birimlere ayrılması gerekmektedir. Bu süreç konuşma dilinde otomatik olarak gerçekleşmektedir. Liberman’;a göre konuşma doğal, okuma bir buluş olduğundan bilinç düzeyinde öğrenilmesi gerekir. Okumada birey görsel, simgesel yazıyı dille ilgili kavramlara çevirir, harfleri seslere dönüştürür. Ayrıca bu seslerin yazıda dizilişini de anlaması gerekir. Dizilişi anlayamazsa sesleri farklı sıralayabilir, heceleri karıştırabilir. Okuma bozukluğu olan çocuklarda yazının anlaşılmasını engeller.
2. Disidetik Disleksi: Bu tipteki çocuklar zihinde canlandırma yetenekleri bozuk olduğu için harflerin, sembollerin görsel-mekansal analizini ve ayrımlaştırmayı yapamazlar. Bu nedenle harflerin sırasını karıştırır, ters çevirir, günleri, ayları sırayla söylemede zorlanırlar.
3. Karma Tip: Her iki gruptaki özellikleri taşırlar.Başka bir sınıflama ise;
1. İşitsel-Konuşma (Dil) Grubu: Sözel alanda güçlük çeken çocuklardan oluşur. Sorulara yanıt vermeleri, isimlendirmeleri, tanımlamaları zorlukla yaparlar.
2.  Görsel-Uzamsal Grup: Bunlar daha çok görsel ve uzaysal algıya ilişkin sorun yaşarlar.Özel öğrenme güçlüğünü hemisfer fonksiyonlarına göre de ayırt etmişlerdir (Bakker):

Sol Hemisfer Fonksiyon Bozukluğu: Okuma güçlükleri bu grupta değerlendirilir. Yavaş okuma ya da hızlı okuyup harf atlama, değiştirme, ekleme türünden hatalar yaparlar.
Sağ Hemisfer Fonksiyon Bozukluğu: Sağ hemisfer fonksiyonlarına bağlı görsel algı kusurları olan çocuklardaki okuma güçlüklerini ifade eder. Okumaları yavaştır. Eksik bırakma ve tekrarlama hataları yaparlar.
Özell Öğrenme Güçlüğünün Belirtileri: Özel öğrenme güçlüğü olan çocuklarda, gördüğü şeyi yanlış algılama, uzaklığı ve derinliği algılamada, mekanı algılamada, sağ-sol ayırt etmede sorunlar dikkati çeker. Top oynarken, ip atlarken, yazı yazarken, saçını tararken sanki beceriksizmiş gibi görünen sorunlar yaşar. Konuşurken sesleri, yazarken harfleri karıştırır. Karışık bir çekmecede aradığı şeyi bulamaz. Gürültülü ortamlarda sesleri ayırt edemez. Sıraya koymada, organize etmede sorunları vardır. Öyküleri duyduğu gibi anlatamaz, başını, ortasını, sonunu karıştırır. Saati, çarpım tablosunu öğrenmede güçlüğü olur. Soru sorulduğunda yanıtlamada, kendiliğinden konuşmaya başlamada, yürüme, koşma, yazmada sorunlar olur. Bu sorunlarla giderek artan sıklıklarla boğuşmaya çalışırken sosyal ve duygusal sorunlar ortaya çıkar
Motivasyonunu olumsuz etkiler. Başarısızlık duygusu devamlı deneyimlendiğinde kendine güveni sarsılır. Tırnak yeme, enürezis, enkoprezis, arkadaş ilişkilerinde uyum sorunları başlayabilir. Bazen de akademik başarısızlıklarını örtmek için olduklarından farklı davranırlar; şamatacı, dersi kaynatmaya çalışan, dikkati çeken bir çocuk olabilirler. Aileler ders çalışmakta isteksiz olduğu, sınıfın dikkatini dağıttığı, giderek içine kapandığı yakınmalarıyla başvururlar.
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite eşlik edebilir, biri diğerinden daha ağır olabilir. Okul öncesi dönemde; koordinasyonu kötü (sakar yürüyüş), konuşması ağır, aşırı duygusallık, öfke, huzursuzluk, içgüdüleri kontrol etmede güçlük, kavramları öğrenmede güçlük, ilişkileri kavramada güçlük, ip uçlarını değerlendirmede yavaşlık görülebilir. Kendiliğinden konuşur ama soru sorulduğunda yanıt vermede güçlüğü olur. Bu sorunların giderek artması ve üst üste binmesi durumunda dikkat etmek gerekir. Tedavi edilmezse; çocuk kısır bir döngüye girer. Sınavlarda başarısız oldukça daha çok çalışır ama yine de başarılı olamaz. Anne ve baba endişelenerek çocuğu sıkı ve uzun çalışması için uyarırlar. Çocuk evde öğrendiklerini okulda hatırlayamaz. Aile çocuğu suçlayıp cezalandırır. Çocuk tükenir. Motivasyon kaybı olur. Başarısızlığı kendi hatası olarak görür. Hırçın ya da saldırgan olur ya da içe kapanır.
 Özell öğrenme güçlüğü tanısı için akademik başarı testine ihtiyaç var. Ama Türkiye’;de böyle bir test mevcut değildir. Çocuğun okuma hızı, okuduğunu anlaması, sözlü\kopya yazı yazması, hataları ve hata sıklığı, imla kuralları ve matematik becerileri ölçülür. Yazım hataları; harf atlama, sözcük atlama, hece atlama, ters yazma, harf karıştırma, birleşik yazma, sözcük ekleme, yanlış yazma (sözcüklerin anlamlarını bozma), imla hataları, yavaş yazma gibi sorunlar olup olmadığına bakılır.Dikkat eksikliği olan çocuk okuma\yazma hatası yaptığında uyarıldığında hatasını düzeltir ama özel öğrenme güçlüğü olan çocuk hatasını düzeltse bile o hatayı çok sık yapar.Çocukları engellemek yerine neyi, ne zaman, nasıl, ne kadar kolay yapabileceğini öğretmek gerekir, özellikle okul öncesi dönemde. ; Aileden çocukla ilgili bilgi alıyoruz. Akademik başarısı, oryantasyonu, organizasyonu, ders çalışma alışkanlıkları, dokunsal algısı, ince-kaba motor becerileri gibi.  ;
DEHB’; nda da özel öğrenme güçlüğü görülebilir ama ikisi iki ayrı alandaki güçlüğü tarif eden bozukluklardır ve ayırt edici özellikleri vardır. DEHB belirtileri gösteren çocukta her alandaki işlev bu bozukluğun yarattığı engellemeler nedeniyle etkilenir ama özel öğrenme güçlüğünde bir ya da iki alanda sorun varken diğer alanlar bundan bağımsız olabilir. Özel öğrenme güçlüğü olan çocuklar sadece okuma ya da yazmada zorlanırken DEHB olan çocuklar özellikle de hiperaktivite varsa hem okuma hem yazmada sorun yaşayabilirler hem de sürekli zorlanıp kısıtlanmak durumunda kalabilirler. Zihinsel kapasitelerinin beklenen başarıyı tüm alanlarda gösteremeyebilirler.
DEHB’; nda sıklıkla dil sorunu görülmez özel öğrenme güçlüğünde dil sorunu daha sık görülür. İnce motor becerilerde DEHB olan çocuklar daha çok zorlanırlar kaba motor becerileri iyi olabilir, özel öğrenme güçlüğünde

her ikisi de sorun olarak ortaya çıkabilir. Hem DEHB’; nda hem özel öğrenme güçlüğünde dikkat sorunu gözlenir ancak özel öğrenme güçlüğü olan çocuklar seçici dikkat sorunu yaşar örneğin; ders çalışırken yoğunlaştırmaları gereken noktaya dikkatlerini yoğunlaştıramaz, dağınık bir çekmeceden istediğini bulamaz ama buna rağmen dikkati belli bir süre bir konuda yoğunlaştırmada sorun olmaz. DEHB olan çocuklar uzun süre bir materyalle uğraşmakta zorlanırlar.
Özel öğrenme güçlüğünde okul başarısızlığı görsel, işitsel, dokunsal algı, ayrımlaştırma ve bellek alanlarında ortaya çıkarken DEHB’; da başarısızlık daha çok dikkatini bir konuya yoğunlaştıramamak nedeniyle yaşanır. DEHB’; da okul öncesinde aşırı hareketlilikleriyle çabuk tanınır, özel öğrenme güçlüğü olan çocuklar okul dönemine kadar fark edilmeden gelişimlerini sürdürebilirler. Özel öğrenme güçlüğü yaşam boyu sürer, DEHB yaşla değişerek ve azalarak devam eder.

Otizm

Otizm

Yaygın Gelişimsel Bozukluk ( Otizm, asperger,vb)

Uluslararası alanda otizm ve yaygın gelişimsel bozukluk terimleri birbirinin yerine kullanılmaktadır. Otizm ileri düzeyde ve karmaşık bir gelişimsel yetersizlik çeşididir. Doğuştan var olabildiği gibi üç yaşına kadar olan dönemde de ortaya çıkabilir.
Otizmin nörolojik sebeplerden kaynaklandığı sanılmaktadır ancak bu konuda net bir bilimsel gösterge bulunmamaktadır.
Otizm bir ruh hastalığı değildir.
Otizmin anne-babaların kişilik özellikleriyle ya da çocuk yetiştirme biçimleriyle ilişkili olmadığı artık bilinmektedir. Otizmin genetik olduğu yönünde bulgular vardır ancak bununla ilgili gen ya da genler çok yakın zamana kadar belirlenmiş değildir.
Otizm yaklaşık her 500 çocuktan birinde görülmektedir. Erkeklerde görülme sıklığı, kızlardan dört kat fazladır; ancak kızlarda daha ileri düzeyde seyrettiği görülmektedir.

Otizm beş alt gruba ayrılmaktadır:
1.Otizm
2.Asperger sendromu.
3.Çocukluk disintegratif bozukluğu
4.Rett sendromu
5.Atipik otizm

1.OTİZM: Üç yaşından önce başladığı kabul edilmektedir. Sosyal etkileşimde önemli yetersizlikler, iletişim ve oyunda yetersizlikler,çeşitli takıntılarla kendini gösteriri.

2.ASPERGER SENDROMU: Sosyal etkileşimde yetersizlik ve çeşitli takıntılar görülür ancak otizmden farklı olarak dil ve zihin gelişiminde geriliklere rastlanmaz. Sözcük dağarcıkları ve dilbilgisi gelişimleri genelde iyidir ancak; çoğunda denge ve devinsel eşgüdüm sorunları gözlenir. Aileler üstün becerileri olan ama yaygın gelişimsel bozukluk gösteren çocuklarına asperger deyip kurtulurlar. Bu konuda çekilmiş rain man yağmur adam filmi çok meşhurdur. Ancak her üstün özellikli birey asperger değildir.

3.ÇOCUKLUK DİSİNTEGRATİF BOZUKLUĞU: Çok seyrek rastlanan bir kategoridir. Bu tanıyı alan çocuklar yaşamının en az ilk iki yılında normal gelişim gösterirler. Bozukluğun başlamasıyla, daha önce kazanılmış beceriler hızla kaybedilir ve otizm için belirtilen özellikler kendini gösterir. Zihinsel becerileri ileri düzeyde zihin özürlü düzeyine kadar geriler.
Bu tanıyı alan çocuklar birkaç yıl içerisinde, otizm tanısı alan çocuklarla benzer özellikleri paylaşır duruma gelirler.

4.RETT SENDROMU: En az beş ay normal gelişim gösteren çocuklarda görülür ve yalnızca kız çocuklarında ortaya çıkan genetik bir bozukluktur. Sendromun başlamasıyla birlikte baş büyümesi yavaşlar, el becerileri yitirilir, takıntılı el hareketleri başlar. Zamanla tüm devinsel beceriler geriler ve denge bozukluğu ortaya çıkar. Rett sendromu, otistik bozukluklar içinde, genetik temeli tam olarak belirlenmiş olan tek kategoridir.

5.ATİPİK OTİZM: Otizm için belirtilen üç alandan yalnızca birinde yetersizlik olduğunda ve diğer otizm türlerinin hiç birinin ölçütleri karşılanmadığında konan tanıdır. Çoğu zaman geç farkedilirler. Aile doktor veya öğretmenler bir şey olduğunu bilirler ama ne olduğunu tam söyleyemezler. Ailelerin bu konuya takılmasının çocuğa faydası yoktur. Önemli olan hangi gelişim alanında gerilik yada farklılık var bunu bulmak ve gerekli bireysel ve grup dersleri ile öğrencinin bu alandaki engelini gidermektir. Bilinen ön önemli doğru şudur: Otizmin yaygın gelişimsel bozukluğun veya asperger’in eğitimden başka tedavisi yoktur.

BELİRTİLER VE ÖZELLİKLER
Otistik bireylerde, pek çok özellik, farklı düzeylerde görülür:

İLETİŞİM VE OYUNDA YETERSİZLİK
• Dil ve iletişim sorunları: konuşma zorluğu, sıra dışı konuşma, gereksinimlerini ifade edememek.
• Vücut dili kullanımda sınırlılık; jest ve mimiklerini kullanamama.
• Hayali oyunda gerilik: sembolik ve işlevsel oyunları hiç oynamamak yada yaşıtlarından daha beceriksizce oynamak.
TAKINTILAR:
• Nesne takıntıları: nesneleri döndürüp seyretmek, seslerini dinlemek, sıraya dizmek, yalamak, koklamak vs.
• Hareket takıntıları: el çırpma, sallanma, koşma, zıplama, dönme vs. davranışları uzun süreli yapma.
• İlgi takıntıları: bir ya da birkaç sıra dışı konuyla sürekli ilgilenmek; uçaklar arabalar vs.
• Düzen takıntıları; okula her zaman aynı yoldan gitmek, yemeği hep aynı tabaktan yemek, aynı giysiyi giymek.

DİĞER BELİRTİLER:
• Bazı duyularda aşırı duyarlılık; belli seslerden aşırı derecede rahatsızlık
• Acıya karşı duyarsızlık; düşme, çarpma, yaralanma durumlarında tepki göstermemek
• Uygun olmayan gülmeler kıkırdamalar; nedeni belli olmayan uzun süreli gülmeler
• Kendine ya da çevreye yönelik saldırganlık
• Öfke nöbetleri; aniden başlayan hırçınlıklar
• Aşırı hareketlilik ya da hareketsizlik;
• Tehlikelere karşı duyarsızlık;
• Kas gelişiminde tutarsızlık; bazı becerilerde diğer becerilere göre daha ileri yada geri de olmak.

ÖZELLİKLER:
• Üstün yetenekler yaygın değildir; %10 unda üstün yeteneklere rastlanır.
• Zekâ geriliği yaygındır, %80 inde zekâ geriliği görülür.
• Nörolojik sorunlara sık rastlanır; yaklaşık üçte birinde sıklığı ve şiddeti değişen havaleler görülür.

DİL GELİŞİMİ VE İLETİŞİM ÖZELLİKLERİ

• İletişim ile ilgili iki alanda, ortak ilgi ve sembol kullanmada yetersizlik görülür.
• Yarısına yakını hiç konuşmaz.
• Sözel dil becerileri, genellikle sözel olmayan dil becerilerinden daha geridir.
• Sözcükleri anlamlarıyla kullanmada, kişi zamirlerini kullanmada sorunlar görülür.
• Konuşmada monotonluk ve didaktiklik dikkat çeker.
• Papağan konuşmasına sık rastlanır.( Ekolali)
• Karşılıklı konuşmada sorunlar görülür.

SOSYAL ETKİLEŞİMDE YETERSİZLİK:
• Göz kontağında sınırlılık
• Ortak ilgide sınırlılık; başkasının işaret ettiği yere bakmama..
• Başkalarının yaptıklarına karşı ilgisizlik; seslenildiğinde duymuyormuş gibi davranmak,
• Diğer çocuklarla etkileşmede isteksizlik; yaşıtları ya da kardeşleriyle etkileşimde bulunmamak
• Yalnızlığı yeğlemek;
• Başkalarının duygularını anlamada yetersizlik; sevinç, üzüntü, kızgınlık gibi duygulara tepkisizlik.

Yaygın Gelişimsel Bozukluklar Destek Eğitim Programı

Yaygın gelişimsel bozukluk, birden fazla bozukluğu içeren bir tanı grubu olup erken çocukluk döneminde başlayan sosyal etkileşim, dil gelişimi ve davranış alanlarında yetersizliklere sebep olma durumudur. Davranış sorunları, yineleyici, sınırlı ilgi ve davranışları kapsamaktadır. Bu durumlar gelişimin birçok alanını etkileyerek kalıcı ve süreğen işlev bozukluklarına yol açar.
Amerikan Psikiyatri Birliği, 1994 yılında yaygın gelişimsel bozuklukları beş bozukluktan oluşan bir grup olarak sınıflandırmıştır. Bunlar,
1.      Otizm
2.      Rett Sendromu
3.      Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu
4.      Asperger Bozukluğu
5.      Başka Türlü Adlandırılmayan Yaygın Gelişimsel Bozukluk (Atipik Otizm)’ tur .

Programın Düzeyi: Program, yaygın gelişimsel bozukluklar tanı grubu içerisinde yer alan her yaştaki bireyin gelişimsel özellikleri, eğitim ihtiyaçları ve öncelikleri dikkate alınarak hazırlanmıştır.

Programın Genel Amaçları: Bu program ile bireylerin;
1-      İşlevsel becerilerin kazandırılmasına ön koşul oluşturan temel eşleme ve taklit becerilerini geliştirmeleri,
2-      Sosyal etkileşim başlatma ve sürdürme becerilerini geliştirmeleri,
3-      Alıcı ve ifade edici dil becerilerini geliştirmeleri,
4-      İletişim becerilerini geliştirmeleri,
5-      Bağımsız çalışma ve işlevde bulunma ile organize olma becerilerini kazanmaları,
6-      Öz bakım ve günlük yaşam becerilerini geliştirmeleri,
7-      Akademik becerilerini geliştirmeleri,
8-      Toplumsal yaşama katılım ve sosyal uyum becerilerini geliştirmeleri beklenmektedir.

Down Sendromu

Down Sendromu

Değerli aileler;

Anne ve babalar çocuklarına kendi kalıtsal özelliklerini yumurta hücreleri ile verirler. Bu hücreler anne ve babadan aldıkları bir takım (23) kromozom aracılığı ile bu görevi yaparlar. Anne babanın eşit katkısıyla 46 kromozomlu normal döllenmiş yumurta olur ve bu çocuğu oluşturur. Bazen yumurta hücresi oluşurken bir  hata, anne babanın 23 yerine 24 kromozom taşıyan bir hücre vermesine neden olur. Bu diğer ebeveynden gelen yumurta hücresiyle birleşince sonuçta 47 kromozom taşıyan döllenmiş yumurta ve gelişim sonucunda fazla kromozom taşıyan bir çocuk oluşur. Bu fazla kromozom (47. kromozom) gelişimindeki bilinen özellikleri yaratır. Hamilelikte yaşanan hiçbir durum bunun sebebi değildir. Down Sendromunu iyileştirecek yada Down Sendromlu olma etkilerini yok edecek herhangi bir tıbbi tedavi şekli yoktur. Tek çare eğitimdir(6. Dünya Down Sendromu Kongresi Sonuç Bildirisi, Madrid, 1997) Özellikle erken yaşlarda başlanılan eğitim bu çocukların normal ilköğretim okullarına gidip, kaynaştırma eğitimine uyum sağlayacak bireyler olmalarını sağlamaktadır.

DOWN SENDROMUNUN HAMİLELİKTE TESPİTİ
Hamileliğin 14-16 haftalarında anne rahminde çocuğu (cenini)çevreleyen amniotic sıvıdan alınan örneğin analizi yoluyla, çocuğun kromozom bozukluğu gösterip göstermediği belirlenebilmektedir.Oldukça kolay ve ucuz olan analiz işleminin anne için riski %1 kadardır.

DOWN SENDROMU ÇEŞİTLERİ
TRİSOMY 21: 21 numaralı kromozom çift değil üç tanedir. Dolayısıyla kromozomların toplam sayısı 46 olması gerekirken 47 olması durumudur. Down hastalığı gösterenlerin %95’i bu grupta yer  almaktadır.
MOZAİK(Mosaicism): Down hastalığı gösterenlerin %1-2’sini oluşturan bu tipte bazı hücreler normal iken bazıları 3 kromozom taşımaktadır. Yani bazı hücrelerde 46,bazılarında ise 47 kromozom bulunmaktadır.
TRANSLOKASYON(Translocation): 21 numaralı kromozomdaki ek kromozom başka bir kromozomla birleşmektedir. Bu durumda toplam kromozom sayısı yine 46 olmaktadır. Ancak bu kromozomların düzeni bozuktur. Down hastalarının % 3,5’ini bu tipte olanlar oluşturmaktadır. Down hastalığı olan çocukların çoğunun orta derece zihinsel engelliler grubunda (40–34) olduğu görülmektedir.  Mozaik tipine giren çocukların ortalama zeka bölümü puanları diğer tiplere göre daha yüksektir.

DOWN SENDROMUNUN TİPİK BELİRTİLERİ
Down Sendromlu çocuklarda görülen tipik belirtiler vardır. Ancak bu belirtilerin tamamının herhangi bir çocuk üzerinde görülme olasılığı mümkün değildir.
1.Zekâ bölümü genellikle 30–50 arasındadır.
2.Kafaları ufaktır. Buna paralel olarak beyinleri ufaktır.
3.Yüzleri oval ve yassıdır. Burun kemikleri gelişmemiştir. Burun düz ve göz çukurları yumurta biçimindedir.
4. Sıklıkla göz bozukluklarına rastlanır.
5.Genellikle geç diş çıkarırlar. Dişleri ufak ve dizilişleri uygun değildir.
6.Genellikle dilleri büyüktür. Sıklıkla ağızdan dışarı doğru sarkar.
7.Genellikle boyunları geniştir. Boyunlarının yan tarafındaki deri gevşektir.
8.Ayak ve eller kısa, geniş, düz ve kare biçimindedir.
9.Saçları genellikle dik, ince ve düzdür.
10.Üreme organları genellikle gelişmemiştir.
11.Boyları kısadır. Özellikle yaşamlarının ilk üç yılında büyüme yavaştır.
12.Derileri esneklikten yoksundur. Kolayca gevşer ve sertleşir.
13.Genellikle konuşmaları düzgün değildir.

DOWN SENDROMU OLAN ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ

Dil öğretiminde çocuğa özel dil programının planlana bilmesi için her çocuğun öğrenme becerisinin, zayıf ve güçlü yönlerinin bilinmesi gereklidir. Buna göre Down Sendromlu çocukların öğrenmeleriyle ilgili özelliklerini şöyle açıklayabiliriz:

İşitmenin Önemi ve İşitme Becerileri
Çevremizdeki bütün bilgiler, bize duyularımız yoluyla gelir. Yani görme, duyma, koklama, tat alma ve dokunma duyularımızla çevremizi algılarız. Eğer bu duyulardan bir tanesi yetersiz çalışırsa, bununla ilgili algılama eksik olacak ve gene bu duyuya bağlı olan öğrenme olumsuz etkilenecektir.
Down Sendromlu bireylerin işitme bozukluklarına, bu sendroma adını veren John Langdon Down 1887 yılındaki bir konuşmasında yer vermiştir. Onun önerisi konuşmanın kural olarak geciktiği bu bireylere bu güçlüğün üstesinden gelinebilmesi için ağız, jimnastiği yapılması, bunu takip eden taklit becerilerinin geliştirilmesi ve tek heceli sesleri somut anlamlarıyla beraber öğretilmesiydi.
Bir çocukta konuşmanın gelişe bilmesi için çocuğun çevresinde konuşulan dilin bütün seslerini net olarak duyabilmesi gerekir. Bu Down Sendromu olan bireylerde her zaman mümkün değildir. Çünkü Down Sendromu olan çocukların %80’nide çeşitli derecelerde işitme kaybı vardır ve bu işitme kaybı tiplerinden bir tanesi iletim tipi işitme kaybıdır, kulak yollarının küçük ve dar olması nedeniyle Down Sendromlu çocuklar sık sık kulak enfeksiyonu geçirirler. Kulaktaki bu enfeksiyonlar veya sıvı ve kulak kirinin birikmesi sesin etkili ve sürekli olarak iletilmesini önler. En sık görülen nedeni otitis media (Orta kulak) iltihabına bağlı işitme kaybıdır.
İletim tipi işitme kaybı sadece sesleri duymayı etkilemez. “İşitme Algısı” ve “Dinleme Becerisi” de bundan etkilenir. Eğer çocuğunuz sesleri bir duyup bir duymuyor ise bunlara kulak kabartıp dinlemeyi öğrenemez. Örneğin sokaktan geçen bir arabanın olduğunu algılayabilmek için, bu arabanın sesinin sürekli duyulması gerekir. Oysa Down Sendromlu çocukların çoğu kulakla ilgili problemlerin nedeni ile bu sesleri bir duyar bir duymazlar. Bu durum çocuğun kendi diline ait sesleri, konuşma seslerini geliştirme becerisini (fonolojik gelişim) etkilemektedir.
Down Sendromu olan çocuklarda görülen başka bir tip işitme kaybı da duyu sinirlerine, (sensorineural) bağlı işitme kaybıdır. Bu daha kalıcı bir işitme kaybıdır. İşitme sinirleri veya iç kulaktaki zedelenmelerle olur. Bu tip işitme kaybı olan çocuklar işitme aletine gereksinim duyarlar.
Üçüncü tip işitme kaybı ise karışık tiptedir. Yani yukarıdaki bu iki tip işitme kaybı bir arada söz konusudur. Bu nedenlerden dolayı düzenli olarak KBB doktoruna gidilmesi ve aralıklarla işitmenin ölçülmesi gerekir.
Konuşma ve dil gelişimi açısından çok önemli olan bu iyi duyma becerisinin başlangıçtan itibaren güçlük çıkartması, bunu telafi edecek iyi durumdaki duyuların (görme), dil öğretiminde kullanılmasına neden olmuştur. Bu yüzden Down Sendromlu çocuklara konuşma ve dil görsel yolla öğretilmektedir. Erken eğitim programlarında öğretilmesi gereken ilk becerilerinden bir tanesi “sese karşı tepki ve duyarlılık” göstermelerini sağlamaktır. Bu sesler ev dışı sesler olabilir( araba, tren, ezan, oynayan çocuklar gibi) veya ev içindeki sesler olabilir(kapı, su, çamaşır makinesi gibi). Bebeğinizin bu seslere tepki geliştirebilmesi için başlangıçta bu seslere dikkat çekmeniz ve sesin kaynağına gidip bulma oyunu oynamanız yerinde olur. Veya bebek oturacak kadar büyüdüğünde, bebeğin iki yanına koyacağınız örtülerin veya kutuların altına sesli oyuncaklar saklayıp (çalar saat, müzik kutusu gibi) sesi bulma oyunu oynayabilirsiniz.Bebeğinizin sesten tarafa olan sevinerek ve alkış teşvikiyle karşılayın.Uygun örtüyü açtığında da oyuncağı ile bir süre oynamasına izin verin.Başlangıçta bebeğiniz her şeyi sizin yardımınızla yapacaktır.O hazır olduğunda yardımı yavaş yavaş çekip, becerilerinin daha özgür gelişmesine olanak vermek gerekir.

Görme Becerileri
Çocuklar dili “nesnenin adı” olarak öğrenirler.Yani bir kedinin adını öğrenebilmesi için çocuğun yüzüne bakıp, kedi kelimesinin nasıl söylendiğini görmesi kadar, kediyi de net olarak görmesi gerekmektedir.
Down Sendromlu çocuklarda zayıf ve bulanık görme söz konusudur.Zayıf görme benzer nesneleri ayırt etmeyi güçleştirir.Çocukların bebek ve ayıyı, top, elma, portakal ve domatesi, kedi ve köpeğin resimlerini görünce karıştırdıklarına tanık olduk.
Görmeyle ilgili güçlükler  %20-30 şaşılık, %30-50 miyopik ve %20-30 hiperopia şeklinde dağılım gösterir.Konjenital katarakt yeni doğanların %3’ünde görülmektedir.Bu çocukların düzenli olarak göz muayenelerinin yapılması gereklidir.

Dokunma Duyuları
Bebekler dokunma duyularıyla ve dokunarak çevrelerinden çok şey öğrenirler. Bebek eline yeni bir oyuncak olduğunda onu hemen ağzına götürür. Ağız etrafından duyum alma, özellikle konuşma gelişimiyle ilgilidir.
Down Sendromlu olan çocukların duyularından gelen uyarımları fark etmeleriyle ilgili güçlükleri vardır. Örneğin çocuğunuz yemek yerken dudaklarından yanaklarında veya dişlerinde kalan yiyecek kırıntılarını fark etmeye bilir. Dilini bu kalan yiyecek parçalarını temizlemek için kullanmaya bilir. Veya dilinin nerede olduğunu fark edememe, özellikle çocuğun belli konuşma seslerini çıkarması dilini yönlendirerek göstermeniz gerekir. Bu ses pozisyonun pek çok tekrarla, yerleşene kadar geliştirdiklerine ve zorlandıkları sese gelince, doğrunu söyleyene kadar uğraştıklarına tanık olduk.
Down Sendromlu çocuklarda dokunulmaya karşı iki türlü tepkiye rastlanır. Bunlardan biri aşırı tepkililiktir (Bypersensitivity). Dokunulmaya bu türden tepkileri olan çocuklar ağızlarına, yüzlerine dokunulmasına izin vermezler. Bu çocuklarla ayna karşısında yapılacak olan ağız-dil-dudak jimnastiğin de güçlük yaşanabilir. Çocuğu doğrudan ayna önü çalışmalarına başlatmadan önce bir süre birlikte çalıştığınız masanın yanında aynayı tutarak ve ara sıra bakarak çocuğun aynaya alışmasını sağlamak yerinde olur. Aslında Down Sendromlu çocukların aynaya bakmayı çok sevdikleri ama amaç ayna önünde dil jimnastiği yapmak olduğunda bunu bazı çocukların kolay kabul edemediklerini biliyoruz. Bu tür çocuklarla çalışırken dil jimnastiğinin yapılacağı yerlere sevdiği türden tatlılar çalışmayı kolaylaştırır.
Dokunulmaya karşı aşırı hassaslık yeme alışkanlığında çocuğun sınırlı miktarlarda yemek yemesini bazı yiyeceklerin dokusundan kaçınılması, karışık tatlar yemek istememesi olarak ortaya çıkabilir. Bu  türden yeme problemini kalp rahatsızlığı olan Down Sendromlu  çocuklarda da görmekteyiz, fakat onların durumlarında çiğnemek veya emmek çok yorucu bir hareket olduğu için çocuk bundan kaçmaktadır. Günlük aktivitelerde ise çocuk yıkanmayı, yüzünün silinmesini, dişini fırçalamayı sevmeye bilir. Dokunulmaya karşı aşırı hassas çocuklar dokunulmaya olumsuz ve heyecanlı tepkiler verebilirler.
Dokunulmaya karşı başka bir tepki türü ise az tepkililiktir(byposensitivity). Az hassasiyet çocuğun ağzına fazla miktarlarda yiyecek alması, yeteri kadar çiğnememesi, yerken ağzının kenarlarında yiyecekler kalması olarak gözlemlenebilir. Down Sendromlu olan çocuklarda sıkça rastladığımız diş gıcırdatma, parmak emme, oyuncak ısırma ağız içi uyaran ihtiyacını göstermektedir. Parmak emen çocuklara kuru bir diş fırçasıyla diş etlerine, yanak içlerine masaj yapmak bu ihtiyacı gidermektedir. Bebeklikte ağza ve ağız içine uygulanan masajlar koruyucu niteliktedir.

Duyuların Bütünleşmesinin Önemi
Sıradan gelişim basamaklarını izleyen çocukların ve yaşarak geliştirdikleri konuşma ve dil becerisinin büyük bir bölümü aslında, duyularımızdan gelen uyaranların işlenmesi ve bir araya getirilmesi becerisidir. Bir çocuğun duyduğu bir kelimeyi tekrar edebilmesi için bu kelimeyi oluşturan bütün seslerin eksiksiz olarak duyması, sonra bu seslerin çıkartılması için uygun dudak ve dil hareketlerini bilmesi gereklidir. Buna söyleyeceği kelimenin dış dünyadan hangi nesneyi temsil ettiğini bilme becerisi de eklenir. Bu çok çeşitli duyulardan gelen uyaranları organize etme ve bunları günlük yaşantıya geçirme becerisine duyuların bütünleşmesi denir. Bu bilişsel beceri kendisini davranışlarda ortaya çıkartır.
Down Sendromlu olan çocuklar dışarıdan birden fazla duyudan gelen uyarımı, bir seferde işlemekte güçlük çekerler. Eğer aynı anda bir işi yapmaları ve dinlemeleri istenirse bunları yapmakta güçlük çekecektir. Dikkatlerini bir yönde toplamayı, dinlemeyi, bakmayı ve tepki vermeyi öğrenmeleri için yardıma ihtiyaçları olacaktır. Çevreden gelen her türlü ses, gürültü, görsel uyaran veya konu, belli bir şey üzerindeki dikkatlerini dağıtabilir. Duyuların bütünleştirilmesindeki güçlük sadece iletişim becerisinin gelişmesini değil, aynı zamanda başka alanlardaki öğrenmeyi de güçleştirir.

DOWN SENDROMLU ÇOCUKLARIN DİL GELİŞİMLERİNİN ÖZELLİKLERİ

Dil Öncesi Gelişimi
Annenin bebeğini kucağına lamasıyla birlikte bebekle iletişim başlar. Down Sendromlu olan bebeğinizin size verdiği tepkiler yavaş olabilir. Bebeğin izlemesi tepkisini organize edebilmesi için biraz zaman ihtiyacı olacaktır. Ayrıca bebeğiniz çok talep kar bebekte olmaya bilir. Erken eğitim çağındaki bebeklerin ailelerine, bebeklerini bu dönemde kendi haline bırakmamalarını, sürekli onunla meşgul olan, oynayan ve konuşan birilerinin olmasını ve anne ve babanın uyarıcı yeteneklerini geliştirmeleri önerilir.
Genellikle kalabalık ailelerde yetişen Down Sendromlu çocukların, çocuğa karşı aile büyükleri tarafından farklı ve tutarsız davranışlar uygulanmadığı takdirde, çok daha sosyal ve tepkili olduklarını gösterdi. Sıradan gelişim basamaklarını izleyen bebeklerin konuşma öncesi heceleme sesleri üç saniyede biterken Down Sendromlu bebekler bunu daha uzun bir sürede beş saniyede bitirmektedirler. Bu heceleme sesleri konuşmaya temel oluştururlar. Down Sendromlu bebekler karşılıklı itkileşim içerisinde pek gelişimci değillerdir ve temel dil gelişimlerini geliştirmekte yavaştırlar.

Gülümseme
Bebeğiniz yüzünüze bakması, gülümsemesi ve kahkaha atması en temel iletişim becerilerindendir. Bebeğiniz beklenenden biraz geç gülümseye bilir onunla oynayarak, gıdıklayarak gülümsemeye cesaretlendirebilirsiniz. Bu oyunlarda siz ve bebeğiniz gerçekten iyi vakit geçiriyorsanız iletişim gerçekleşmiş demektir.

Heceleme
Bunlar konuşma benzeri hecelemelerdir(“baba” “dadada” gibi). Bu sesli ifade bir durup bir başlar. Down Sendromlu bebeklerde de hecelemede normal gelişim basamakları izleyen bebeklerin aynı ritmik organizasyonuna sahiptir. Fakat süresi biraz daha uzundur(5 Sn).

Sıra Takibi
Bebeğinizin konuşma için temel olan bu becerisini geliştirmek için el kuklaları kullanıp, onları sıra gözeterek konuşturabilirsiniz. Bu beceri etkili bir konuşma ve iletişim için zorunludur. Çünkü karşılıklı konuşmalarımızı biz dinleme ve konuşma sırası içerisinde gerçekleştiririz. Aksi takdirde iletişim başarılı olmaz.

Göz kontağını Kullanmayı Geliştirme
Çocuğunuzun göz kontağını iletişim olarak kullanması için yönlendirin. Baktığı şeyleri verin veya onlar hakkında konuşup bilgi verin. Daha büyük çocuklarla çalışırken çocuğun size bakması için gözlük, şapka veya ilginç aksesuarlar takabilirsiniz. Konuşurken her zaman önce göz kontağını  kurun sonra konuşun.

İlk Kelimeler
Down Sendromlu olan çocuklarda konuşma gecikir. Bu çocuklar üç yaşlarından önce, gündelik kelimeleri çok iyi bildikleri kelimelerde olsa, kullanmakta zorlanırlar. Bunun kısmen beyindeki kontrol mekanizmasıyla ilgili olduğu tahmin edilmektedir. Motor gelişim ve planlı iş gör4me becerisindeki gecikme karakteristiktir ve bununla konuşmanın gecikmesi arasında bir ilişki söz konusudur.
Çocuklar konuşmaya tek tek kelimelerle başlarlar. Bu ilk kelimeler çevrelerindeki kişilerin adları, nesnelerin adları ve günlük hayatta olan olayların adları olabilir. Bunlar belli bir sayıyı bulduğunda çocuk bunları birleştirir ve tümceler oluşturur. Down Sendromlu çocuklarda anlama(alıcı dil) her zaman ifadeden ileridedir. Yani çocuk her durumda ifade ettiğinden fazlasını anlar. Kelime öğrenme becerileri güçlüdür. Down Sendromlu bir çocuk eğer işitme kaybı yok ise beş yaşlarında kelimeleri ve tümceleri dil bilgisi kurallarına uygun olarak kullanabilir. Fakat bu yaşa kadar çocuğun konuşmasını beklemek erken eğitim olanaklarının kaçırılmasına sebep olar.
Diğer taraftan daha karmaşık dil bilgisi kurallarını, fiil çekimlerini ve soru şekillerini anlamada güçlükleri olduğu bilinmektedir. Fiş okuma çalışmaları gibi bu anlamda çok yararlı olabilecek veya öğrenme güçlüğünden dolayı dili kazanma güçlüğü çeken çocuklara Türkçe’yi öğretecek herhangi bir dil gelişimine yönelik çalışma henüz yoktur. İngiltere de özel eğitim ihtiyacı içerisindeki çocuklara İngilizce yi oyunlar yoluyla öğreten Derbysbire Dil Programı sınırlı şekilde, dil gelişimini destekleme amaçlı kullanılabilmektedir.
Down Sendromlu çocuklarda bilişsel bozukluğu bağlılık oranında dilin semantik gelişimi geridir. Buna rağmen çocuklarla yapılan fiş okuma çalışmaları sırasında Down Sendromlu çocukların semantik kurallar kullandıkları görülür. Ellerine tümce fişleri verilen çocuklar sesli olarak okuyamadıkları kelimelerin yerlerine daha rahat söyleyebildikleri eşanlamlı sözcükleri kullanırlar(“tuvalet” yerine “çiş”, “şükran” yerine “anne” gibi).
Dilin prakmatik kullanımı söz konusu olduğunda Down Sendromlu çocukların selamlaşma, tebrik etme gibi becerileri alışkanlık haline getirip kullandıklarını bilmekteyiz. Gene sosyal olarak çok iyi ilişki kural Down Sendromlu çocukların bu becerilerini geliştirmeleri öğretilebilir. İstemenin öğretilmesi üzerinde durduğumuz başka bir sosyal beceridir. Çocuğunuza sosyal kurallar içerisinde bir şeyi talep etmenin yolunu, yapamadığı bir şey olduğunda da yardım istemeyi öğretebilirsiniz. Bunları çok iyi yaptıklarını göreceksiniz.

Ağız-Motor Egzersizleri
Telaffuzun iyi olması konuşma organlarının boyutlarını, pozisyonuna ve etkili çalışmasına bağlıdır. Çocuğun konuşma sesleri için gerekli ağız-dil hareketlerini doğru yapamıyor olması kelimelerin netliğini etkiler. Konuşmaya henüz başlamamış çocuklar için geliştirilmesi gereken en önemli beceri katı gıdaları çiğneme, üfleme yapmak ve dili kontrollü olarak kullanabilmedir. Çocuğunuzu çiğnemeye cesaretlendirmek için yiyeceklerin ağzının ortasına değil yanlarına koyun, böylece dili daha fazla hareket edecektir. Ağzı kapalı tutma alışkanlığı düzenli solunum için öğretilmelidir. Down Sendromlu çocuklarda dişler geç çıkar, bazı çocuklarında damakları kubbelidir. Bu durum dil hareketlerini ve sesin kalitesini etkiler. Dil normalde olandan daha az hareketlidir. Bu yüzden Down Sendromlu çocuklar ağız-motor egzersizleri yapılması yararlı olur.

Dudaklar İçin Egzersizler
Dudaklar tükürüğün kontrolü, yutma ve üfleme becerileri için olduğu kadar, ses çıkartmak için de önemlidir. Bazı konuşma seslerinde dudakların ileri doğru büzülmesi, bazen de tam olarak ta yayılması gerekir. Çocuğunuzun bir dudak hareketinden başka bir dudak hareketine hızlı ve seri olarak geçebilmesi onun konuşmasını daha anlaşılır yapacaktır. Bunun için çocuğunuzla ayna karşısında “öpücük” verme hareketi ve “gülme” hareketlerini deneyebilirsiniz. Aynı şekilde “oo” ve “ii” seslerini birbirleri arkasına çıkarmakta dudakları için iyi bir egzersizdir. Bazen çocuklar ağızlarını tam olarak kapatamadıkları için sürekli tükürük akıtırlar. Bu durumda çocuğun dudaklarını ruj la boyayarak ağzın açık ve kapalı durumlarında kağıt üzerine baskı çıkartmak çocuğun ikisi arasındaki farkı ayırt etmesine yardım edecektir.

Dil İçin Egzersizler
Dil konuşma becerisi kadar çiğneme, yalama ve yutma içende önemlidir. Konuşma sırasında dil öne arkaya, yukarı aşağı çabuk hareket etmelidir ki, sesler doğru olarak çıksın. Dil egzersizleri sırasında baş ve çenenin hareket etmiyor olmasına dikkat edin. Eğer hareket ediyorsa dil görevini yeteri kadar yapmıyor demektir.

Konuşmayı Etkileyen Fiziksel Özellikler
Down Sendromlu olan bireylerde fazladan olan kromozomun, beyni ve onun gelişimini nasıl etkilediği hala tam olarak bilinmemektedir. Ama bazı bilinen verilerde, bizim durumu açıklamamıza yardım ediyor. Örneğin Down Sendromlu olan bir bebeğin tepki vermede yavaş olmasının sinir sistemiyle ilgili olduğu, göz kontrolünün zayıf olmasının, göz kaslarındaki gevşeklikle ilgili olduğu söylenir; buda kısmen göz kontağı kurmadaki gecikmeyi açıklamaktadır. Gene bebeğin bize verdiği cevapların geç olması, beyninin bilgiyi işlemek, organize etmek ve cevap üretmek için daha fazla zamana ihtiyaç duyduğunu gösteriyor. Down Sendromlu insanlarda görsel hafızanın işitme hafızasından daha güçlü olduğu el işaretleri kullanmanın, yazılı kelimelerin(fişler), resimlerin hafızada daha iyi kalacağı önerilmektedir. Aynı zamanda işaret sisteminin öğretilmesi bilgiyi görsel yolla vereceğinden öğrenme süresini destekleyecektir.
Down Sendromlu bireylerde yüz ve ağız kaslarının gevşek olması dil, dudaklar ve çenenin hareketlerini etkilemiştir. Bu konuşmanın anlaşılabilirliğini yani telaffuzu doğrudan etkiler. Dil- dudak- çene egzersizlerinin ağız kaslarının birlikte çalışabilirliğini arttırması açısından yararlı olur. Ayrıca çocuğu erken yaşta katı ve pütürlü yemeğe alıştırma iyi bir çiğneme becerisi, anlaşılabilir konuşmanın yolunu açar.
Down Sendromlu bireylerde dilin boyutlarına göre ağız küçüktür. Bu yüzden dil ağızdan dışarı çıkma eğiliminde olduğunda, dil kontrolünü arttıracak egzersizler yararlı olur. Ayna karşısında çocuğunuza ağzını kapatmayı öğretebilirsiniz çocuklarla ağız kapama çalışmaklarında büyük çocuklar doğrudan uyarıya uydukları halde, küçük çocuklar bunu oyun olarak algılamış, anne ve babalarının dikkatini çekmek istedikleri zaman, dillerini dışarı çıkarmışlardır.
Ses tellerinin yapısı hareketleri itibari ile ses tonlamalarında, ses perdesinin esnetilmesinde güçlükleri olabilir. Bunun için “kulaktan kulağa” oyunu, çocuğunuza sesini ayarlama becerisi kazandıracaktır. Down Sendromlu çocuklarda iki türlü ses bozukluğuna rastlanır. Çocuklar ya çok yüksek sesle hatta bağırma tonunda konuşmakta veya çok kısık ve duyulması mümkün olmayan bir ses tonunda konuşmaktadır. İkinci türden ses bozukluğu çocuğun dil öğretiminden yararlanabilmesi için bozulabilir.

Bilişsel Özellikleri
Down Sendromlu çocuğunuzun öğrenme güçlüğüne neden olan ve belli gelişim basamaklarında zorluklar yaşamasına sebep olan bilişsel özellikleri şöyledir.
Genelleme Becerisi: Öğrenilmiş bir bilgiyi yeni bir durumla karşılaşıldığında buraya aktarma becerisidir. Örneğin çocuğunuz pek çok hayvanın adını öğrenmiş olabilir. Fakat bir gün öğrendiği ve gördüğünden farklı bir tür hayvana rastladığında bunun da hayvan olduğunu düşünmeyebilir.
İşitme Hafızası: Kelimeler söylendikten sonra onları işleyip tepki verene kadar hafızada tutabilme ve hatırlayabilmedir. Örneğin Çocuğunuza “Televizyonu kapa, ellerini yıka, suyu yıka” dediğinizde, yapması gereken son iki şeyi hatırlayabilir. Fakat sonrakileri hatırlayamaz. Öğrenilen kelimeleri hafızada tutamama ise Down Sendromlu bireylerde konuşma gelişimini aksatan bir problemdir. Diğer bir örnek ise şapka sözcüğünü tekrar etmesini istediğimiz bir çocuk bunu pasta olarak, çorap kelimesi tekrar etmesini istediğimiz bir çocukta bunu poça olarak tekrar etmiştir.
İşitilenlerin Anlamlandırılması Süreci
Çocuğunuzun ona söylenilen kelimeleri ne kadar çabuk anlamlandırdığı ve tepki verdiğidir. Down Sendromlu çocuklar onlara söylenilenleri anlamlandırma ve cevap üretme için daha fazla zamana gereksinim duyarlar.
Kelime seçme Becerileri
Konuşulan duruma uygun sözcüklerin seçilmesi becerisidir. Bu problem verilen tümcenin uzunluğuna ve güçlüğüne göre değişebilir.
Soyut Düşünme
Öğrenilen bilgilerin genellenip yeni durumlarda kullanılabilir olmasıdır. Bu elle tutulamaz kavramlar, fikirler arasında bağlantılar kurma becerisidir. Zamanla ilgili kavramlar(bugün, yarın, haftaya, gelecek yıl) öğrenilmesi, çocuklar için en güç olanlardır.

DOWN SENDROMLU ÇOCUKLARA OKUMA YAZMAYI ÖĞRETMENİN ÖNEMİ
Konuşmayı Öğretmek İçin Okumayı Öğretme
Down Sendromlu çocukların okuma-yazma becerileri edinmelerinin sadece okumanın kullanılabilirliğinden fazlaca önemi vardır. Bu çocukların çoğu okumayı öğrenirler ve geliştirdikleri bu okuma becerisini konuşma ve dil gelişimlerine, işitme algılarıyla ilgili becerilerine ve hafızalarının işleyişine faydası olur.
Down Sendromlu çocukların okuma ve yazma becerileri üzerine ilk bilgiler 1960lı yıllara kadar dayanır.
Çocuklarda yapılan fiş okuma çalışmalarının Down Sendromlu çocuklarda mucizevi etkiler yarattığı söylenebilir.Konuşmayan çocuklarda okuma çalışmaları konuşma gelişimini uyarmış, konuşan çocukların ise Türkçe’nin kurallarına uygun tümce yapıları kurmalarına, soru tiplerini ve ekleri okuyarak öğrenmelerine yardımı olmuştur. Bu anlamda dil terapisi alamayan bir Down Sendromlu çocuk bile her yaşta başlatılan okuma faaliyetlerinden dil gelişimi açısından yararlanabilmektedir.

Not: Kaynakça Sevgi Dili Konuşan Çocuklar (Ayşegül TURAN)

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite

Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu

Çocukta yedi yaşından önce başlayan, en az iki ortamda (ev,okul)altı ay süreyle yaşına ve gelişim seviyesine uygun olmayan dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik(hiperaktivite) ve dürtüsellik belirtileriyle görülen bozukluğa denir.

Dikkat eksiklği ve hiperaktivite bozukluğu gösteren bireylerde öğrenme-davranış problemleri görülmektedir.

NEDENLERİ

PSİKO- SOSYAL ETMENLERİ ; İlk çocukluk dönemindeki eğitim hataları,çocuktan yapabilceğinden fazlasını bekleme,korkulu olma,az yada yanlış motivasyon,gelişim krizleri,olumsuz yaşam şartları

BİYOLOJİK VE GENETİK ETMENLER;Beyin zedelenmesi,genetik etmenler,beyindeki işlevsel ve yapısal anormallikler,biyokimyasal değişimler,merkezi sinir sistemindeki yapısal ve işlevsel bozukluklar.

TANI ÖLÇÜTLERİ

1-Aşırı Hareketlilik/Hiperaktivite

2-Dikkat Eksikliği

3-İmpulsivite(Dürtüsellik)

AŞIRI HAREKETLİLİK

Aslında her çocuğun hareketli olması beklenir. Çocuk koşar,düşer ve gürültü çıkarır. ancak DEHB’de ise çocuğun hareketliliği aşırıdır.Genellikle bu çocuklar bir motor tarafından sürülüyormuş gibi sürekli hareket halindedirler ve çok fazla enerjileri vardır. Yükseklere tırmanırlar, koltuk tepelerinde gezer, ev içinde koştururlar. Ama durgun bir şekilde oynamayı beceremez,bir süre sakin bir şekilde oturamazlar.

DİKKAT EKSİKLİĞİ

Çocuklarda dikkat kusuru özellikle eğitim hayatının başlamasıyla belirgin hale gelir. Okul da çabuk sıkılan ve bıkan çocukları oyuncaklarından dahi sıkılıp kısa bir süre sonra ilgileri dağılır. ödev yapmayı sevmez, ödev yapmakta hayli zorlanır. Masanın başına oturamaz, otursalar dahi çeşitli bahanelerle sık sık masa başından kalkarlar. Anne, babayı ders çalışırken sürekli yanlarında isterler, bir işi bitirmekte zorlanırlar, bir iş bitirmeden diğerine geçerler. Kendileriyle konuşan kişiyi dinliyormuş görüntüsü verirler. Bir komutu birkaç defa söyledikten sonra yerine getirirler.

Sınıfta dersi takip etmedikleri gözlenir. Dışarıdan gelen uyarılarla hemen dikkatleri dağılır, başka nesnelerle ilgilenir, elindeki kalem, defter ve oyuncak  gibi malzemelerle uğraşır, sınıf dikkatini ve huzurunu bozacak davranışlar sergilkeyebilir.

Okuma yazma kaliteleri yaşıtlarından kötü, defter düzeni ve yazıları bozuk olabilir. Unutkandırlar. Sınıfta sık sık eşya kaybederler

İMPULSİVİTE(DÜRTÜSELLİK)

Sonucu düşünmeden eyleme geçme olarak tarif edilebilecek olan impulsivite bu çocukları genel özelliklerindendir. Sabırsızlıkları, sırasını beklemede güçlük çekmeleri ve yönergeleri dinlemeleri, kendisi ve çevresindekiler için zararlı olabilecek fevri hareketleri ve sınır tanımadaki zayıf becerileri gibi özellikleri vardır. Olaylara aşırı tepkiler verebilirler.

TEDAVİ

Tedavinin ilk şartı aile,okul ve hekim arasında sıkı işbirliğidir. Çünkü DEHB evde davranış sorunları yaşamasına neden olur.Öğrenmeyle ilgili sorunların yanında arkadaş ilişkilerinde yaşadıkları güçlük aile ve okulun ortak ve sağlıklı yaşamlarıyala aşılabilir.

Öncelikle aile hiperaktivite konusunda bilgilendirilmeli. Çünkü çocukta var olan sorunu başka yrlerde aramak, çözüm üretmeyi engellediği gibi, telafisi mümkün olmayan yanlış uygulamalara neden olacaktır. Bu yüzden ilk olarak çocuğun davranışları belirlenmeli ve bu davranışları düzeltmeye yönelik program hazırlanmalıdır.

DEHB OLAN ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ

  • Çoğunlukla elleri ayakları kıpır kıpırdır ve oturduğu yerde kıpırdanıp durur.
  • Çoğu zaman hareket halindedir.
  • Dikkati konu dışı uyaranlarla çabuk dağılır.
  • Zihinsel çabayı gerektiren ders dinleme, ders çalışma, okuma-yazma görevlerini yerine getirmede zorluk çeker.
  • Ödevlerde ve sınavlarda dikkarsizce hatalar yapar.
  • Sabırsızdır, sırasını beklemekte zorluk çeker.
  • Kendisiyle konuşulduğunda sanki dinliyormuş izlenimini verir.
  • Sakin ve gürültüsüz biçimde oynamakta zırluk çeker.
  • Çoğu zaman düşünmeden tehlikeli işlere girer.

BİLİŞSEL GELİŞİM ÖZELLİKLERİ

Zekaları normal ya da normalin üstüne olmasına rağmen dikkatleri çok kısa süreli ve çabuk dağıldıkları için genellikle öğrenme prblemleri yaşamaktadırlar.Genellikle başladıkları işi sonlandırmada güçlük çekerler.Devamlı dikkat ve emek isteyen işlede çalışmak istemezler.Dikkatlerini uygun olarak ortama yönlendirmede güçlük çekerler.Çalışmaları plansız,düzensiz ve karmaşık bir biçimde sürdürürler.günlük işlerinde genellikle unutkandırlar.Okuma ve yazma becerilerinde sıkıntılar yaşayabilmektedirler.

MOTOR GELİŞİM ÖZELLİKLERİ

Bazı dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda gelişimsel gerilik görülebilmektedir.Motor koordinasyonu bozuk olabilmektedir.Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olançocukların çoğu ince motor becerisi gerektiren işlerde özellikle yazı yazmada zorluk çekerler.

SOSYAL VE DUYGUSAL GELİŞİM ÖZELLİKLERİ

Dikkat sürelerinin kısa olması ve çocukların atak olmaları sosyal kuralları öğrenmelerini güçleştirmektedir.Bu nedenle arkadaş bulmakta ve kurallarına göre oyun oynamakta güçlük çekebilmektedirler.Eşyalarını,kitaplarını,kalemlerini ve oyuncaklarını sık sık kaybetmektedirler.

DİL VE KONUŞMA ÖZELLİKLERİ

Konuşurken ses ve sözcük atlamaları görülebilir.

Dikkat eksikliğinin ne olduğunu anlatabilir misiniz?

Eğer çocuğunuzda dikkat eksikliği var ise;

* Yönergeleri başından sonuna kadar takip edemez,
* Dikkatini yaptığı işe veya oyununa vermekte zorlanır,
* Evde veya okulda yapacağı işler ve aktiviteler için gerekli malzemeleri kaybeder,
* Dinlemez,
* Detayları gözden kaçırır,
* Düzensiz görünür,
* Uzun süre zihinsel çaba gerektiren işleri yapmakta zorlanır,
* Unutkandır,
* İlgisi kolayca başka yönlere kayar.

Çocuklarda dikkat kusuru özellikle eğitim hayatının başlamasıyla belirgin hale gelir. Okul da çabuk sıkılan ve bıkan çocukları oyuncaklarından dahi sıkılıp kısa bir süre sonra ilgileri dağılır. ödev yapmayı sevmez, ödev yapmakta hayli zorlanır. Masanın başına oturamaz, otursalar dahi çeşitli bahanelerle sık sık masa başından kalkarlar. Anne, babayı ders çalışırken sürekli yanlarında isterler, bir işi bitirmekte zorlanırlar, bir iş bitirmeden diğerine geçerler. Kendileriyle konuşan kişiyi dinliyormuş görüntüsü verirler. Bir komutu birkaç defa söyledikten sonra yerine getirirler.

Sınıfta dersi takip etmedikleri gözlenir. Dışarıdan gelen uyarılarla hemen dikkatleri dağılır, başka nesnelerle ilgilenir, elindeki kalem, defter ve oyuncak  gibi malzemelerle uğraşır, sınıf dikkatini ve huzurunu bozacak davranışlar sergilkeyebilir.

Okuma yazma kaliteleri yaşıtlarından kötü, defter düzeni ve yazıları bozuk olabilir. Unutkandırlar. Sınıfta sık sık eşya kaybederler.

Bu öğrencilerimiz gereken desteği aldıklarında pek çok başarılara imza atabilirler. Dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan pek çok ünlü bulunmaktadır. Ancak ne yazıktırki Dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan pek çok kişi eğitimini kapasitesi ölçüsünde tamamlayamamış ve ulaşması gereken başarılara ulaşamamıştır. Burada özel ve farklı olan bu çocuklarımızın bir desteğe ihtiyacı olduğu muhakkaktır.

Devlet Hastanelerinden bu öğrenciler için heyet raporu alınarak kaynaştırma programına tabi olmaları sağlanmakta Rehberlik ve Araştırma Merkezleri bu öğrencilerin özel çocuklar olduğunu kabul etmektedir. Fakat Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından onaylanmış bir destek eğitim programı olmadığından bu öğrencilerimizin destek eğitim ücretlerini Milli Eğitim Bakanlığı ödememektedir.

Bu konuda bizim tavsiyemiz alanında uzman kadrosu bulunan, bireysel özel ders, uzman rehberlik ve psikolojik danışma hizmeti, ofis çalışma ortamı, zengin döküman, düzenli ölçme değerlendirme ve takip hizmetleri sunan merkezlerden destek alınmasıdır. Dikkat eksikliği olan öğrencilerimizin kalabalıklarda kaybolmasını istemeyiz. Amacımız onların kapasitelerini tam ortaya  koymalarıdır.

Davranış Bozukluğu Tedavisi

Davranış Bozukluğu Tedavisi

Çocukta Uyum ve Davranış Bozuklukları

      Uyum, bireyin sahip olduğu özelliklerinin kendi benliğiyle içinde bulunduğu çevre arasında dengeli bir ilişki kurabilmesi ve bu ilişkiyi sürdürebilmesi şeklinde tanımlanabilir.
      Gelişim evrelerinin getirdiği doğal zorluklara yakın çevrenin olumsuz etkileri katıldığında, çocukta bunlara tepki olarak çoğunlukla duygusal düzeyde bozukluklar görülebilir. Bu olumsuz tepkilere “uyum ve davranış bozuklukları” denir. Bu ana başlık altında, parmak emme, tırnak yeme, alt ıslatma gibi alışkanlık bozukluklarından, suçluluk olarak tanımladığımız anti-sosyal davranışa kadar uzanan uyum güçlükleri toplanabilir. Alışkanlık bozuklukları (habir disturbances), çoğu fizyolojik düzeyde sayılabilecek uyum güçlüklerinin süregelmesi ve olumsuz birer alışkanlık halinde yerleşmesi şeklinde tanımlanabilir.
Çocuğun gelişmesi ve kişilik kazanması için en uygun çevre, birçok sorunun çözülüp, engellerin aşılmasıyla olumlu etkisini sürdürür. Olumlu çevreyi yaratmak, güven veren, anlayışlı, sevgi dolu yaklaşımlara bağlıdır. Bu çevreyi bulamayan çocuk, güvensiz olur, karmaşık duygu, düşünce ve çelişkiler içinde bunalır. Kimsenin kendisini sevmediği, istemediği kuşkusuna kapılarak çevresindekilere inanmaz ve güvenmez. Büyüklerin ilgisini çekmek için gereksiz davranışlar yapar. Bunlar, bir sınırdan sonra çocuğun çevreye uyumunu bozar. Bu tür bozuklukların başında sürekli hırçınlık, sinirlilik, geçimsizlik, yalancılık, kavgacılık, söz dinlememe, kaygı ve korku hali gelir. Yaş büyüdükçe, bu tür davranışlar çevreye ve topluma uyum bozukluğu şekline dönüşür. Evden, okuldan kaçma, hırsızlık, sürekli başkaldırma, tüm kuralları çiğneme ve saldırganlık görülebilir. Hatta çocuk ve gençlerde türlü suçlar işlenmesine neden olur. Bunlar arasında hırsızlık, yankesicilik, alkol alma, uyuşturucu ve uyarıcı maddeleri kullanma, kavga, tahrip, bıçak ve tabanca taşıma, yaralama, öldürme gibi hafiften ağıra giden birçok suç yer alır.

PROBLEMLİ ÇOCUKLARA YAKLAŞIM BİÇİMLERİ

      Problemli çocukların tanımlanmasında, öncelikle davranışları bakımından normal olan çocuklarla, sapan davranış örnekleri ve bozukluğu gösteren çocukları ayırt etmek gerekir. Başka bir deyişle, normal ve normalden sapan davranışın ne olduğu bilinmelidir.

Normal ve Anormal Davranış Gelişimi

      Gelişim sürecindeki çocukta sürekli bir değişim görülür. Bedence olgunlaşmanın yanı sıra, zihinsel ve sosyal becerilerinde de gelişme görülür.
      Gelişimin düz ve pürüzsüz olduğu söylenemez. İnişli çıkışlı yola benzeyen bu süreç içinde, çocuklar zaman zaman çeşitli problemlerle karşı karşıya kalırlar. Bu, bazılarında tuvalet eğitimi konusundaki savaşım şeklinde yoğunlaşırken, bazılarında da içe çekilme yada sürekli bir utangaçlık veya uyum sorunları şeklinde görülebilir. Çoklukla çocuklar, davranışlarında istenen ve istenmeyen davranış karışımlarını birlikte sunarlar.
      Çocukluk döneminde bazı problemler, normal gelişimin bir parçasını oluşturur. Hemen her çocuk, hareketleriyle kabul edilen ve edilmeyen davranış biçimlerinin bir karışımını gösterir. Bu problemlerin çoğu kalıcı olmaktan çok, geçici türdendir. 

Konuyu üç örnek vakayla açıklamaya çalışalım:

Örnek Vaka 1.
      9 yaşında bir kız çocuğu. Okulda arkadaşlarının harçlıklarını çalarken yakalanmıştır. Birkaç kız arkadaşı tarafından suçüstü yakalanmasına karşın, o işlediği suçu reddetmektedir. Bu tür hırsızlıkları ve olumsuzlukları sebebiyle arkadaşları onu sevmez. Bu sürtüşme ortamında zaman zaman onlardan bazılarını dövdüğü de olur.
 Bu durumda 9 yaşındaki bu kız çocuğunun saldırgan ve anti sosyal davranışı, “sapan” bir davranış örneği olarak mı, yoksa “normal” davranış ölçüsü içinde mi kabul edilmelidir?

Örnek Vaka 2.
     11 yaşında erkek okula gitmek istememektedir. O, hep orta düzeyde bir öğrenci olmuştur. Bu arada, geçirdiği bir bronşit nedeniyle 2 hafta okula gidememiştir. Okula başlayacağı gün nefes darlığı belirtileri görülür. Annesi, kendini daha iyi hissedinceye kadar evde kalmasını ister. Aradan 1 hafta daha geçmesine ve doktor tamamıyla iyileştiğini söylemesine rağmen, okula gitme zamanı geldiğinde endişeleri artar ve kendisini hasta hisseder, sonunda da evde kalmayı tercih eder.
Bu vakadaki çocuğun tepkileri normal midir, yoksa bir uzmanın yardımına ihtiyacı mı vardır?

Örnek Vaka 3.
       17 yaşında bir delikanlıdır. Az çalışmakta ve notları giderek düşmektedir. Üstelik bu durumdan pek kaygılı da görünmemektedir. Anne ve babası ümitlerini kesmiştir. Bir kesrinde
 babasının arabasıyla arkadaşlarıyla partiden dönerken küçük bir de kaza yapmıştır. Ailesi, uyuşturucu kullanmasından endişe etmektedir.
 Bu genci sorunu, tipik bir gençlik sorunu mudur, yoksa bu durum bir uyum sorununun mu göstergesidir?

Normallik Ölçütleri
      Çocuk ve gencin davranışının normal mi? Yoksa davranış bozukluğu mu olduğunun belirlenmesi için bazı ölçütler gerekir. Bu ölçütler:
1. Yaşa uygunluk,
2. Sapan davranışın yoğunluğu,
3. Süreklilik,
4. Cinsel rol beklentisi,
5. Kültürel faktörler şeklinde özetlenebilir.

Kaynakça: Prof. Dr. Haluk YUVUZER – Çocuk Psikolojisi

Duyusal davranış ve sosyal uyum güçlüğü

Duyusal davranış ve sosyal uyum güçlüğü

Sağlık durumu zihinsel ve duyusal faktörlerle açıklanamayan, bireyin kendisi ve çevresiyle dengeli,doyurucu ilşki kurma ve sürdürmede güçlük çekme,genel bir mutsuzluk depresyon hali,bireysel veya okul problemleriyle ilgili korku,tırnak yeme,parmak emme ve benzeri fiziksel belirtilerden bir veya birden fazlasının uzun süreli olarak ortaya çıkması nedeniyle eğitim performansının ve sosyal uyumun olumsuz yönde etkilenmesi durumudur.

 SOSYAL UYUM GÜÇLÜĞÜ;

Madde bağımlılığı,yetersiz beslenme,göç,suç işleme,suça yönelme,çalışma,ihmal,istismar ve terk edilme gibi riskli hayar şartlarından dolayı bireyin eğitim performansının ve sosyal uyumunun olumsuz yönde etkilenmesine denir.

ÖZELLİKLERİ: Sosyal,duygusal,iltişimde uyum güçlükleri gözlenir.Dikkat dağınıklığı,okul başarısı ve arkadaş ilişkilerinde problemler sıklıkla ortaya cıkar.Suça yönelme ve aşırı risk alma özellikleri gösterebilirler.İçe dönüklük,sosyal ilişkilerde zayıflık veya aşırılıklar gözlenebilir.

NEDENLERİ:

 *ÇEVRESEL ETMENLER; çevresel etmenler bireyin davranışlarında etkili olan her çeşit olaydır ve ev ve okul ortamlarıyla yakından ilişkilidir.Çevresel etmenler aile ve okul etmenleri olarak ikiye ayrılır.

*AİLE ETMENLERİ; Birey yaşamın ilk yıllarını ev ortamında ailesiyle geçirmektedir.Ailenin olumlu ve pozitif yaklaşımları bireyin pozitif davranışlar geliştirmesine yardımcı olduğu gibi bunun tersine ailenin olumsuz ve yıpratıcı davranışları bireyin problem davranışlar geliştirmesine neden olmaktadır.

*OKUL ETMENLERİ; Okul ortamı bireyin aileden sonra yeni bir psikolojik ortamıdır ve okul arkadaşları,öğretmen davranış ve yaklaşımları,okul kuralları ve okul çalışmaları bireyin duygu ve davranışlarının şekillenmesine neden olabilmektedir.

Aile Eğitimi

Aile Eğitimi

Çocuğum Okula  Başlıyor!

Okulların açıldığı, çocuklarımızın öğrencilik ve okul ile yeni tanıştığı aydayız. Pek çok aile, çocuğun yaşantısında yeni ve ilk olan bu sürece, çocuklarını alıştırma derdinde. Üstelik bazı aileler için, bu süreç zor ve sancılı geçebiliyor.

“Okula İlk Adım” sürecini kolaylaştırmak için, anne- baba olarak öncelikle kendimize bakmak, kendimizden emin olmak, kendi içimizde net ve tutarlı davranmak ve hem eğitimcilere hem de uzmanlara güven duyabilmek oldukça önemlidir.

Bazen çocuklar okula gitme konusunda ailelerine zorlu saatler yaşatabilirler. Anne ve babalar çocuklarını okula bırakırken ya da okuldan alırken çocuklarının çeşitli protestolarıyla karşılaşabilirler. Çocukların okula gitmeyi reddetmelerine bazen baş ve mide ağrısı ya da mide bulantısı gibi fiziksel şikayetler de eklenebilir. Bazen sınıfın ve okul yaşantısının zor ve sıkıcı olduğundan, bezen de öğretmenlerinin “takmasından” yakınırlar. Çocuğunuz bu şikayetlerini evde size ya da okulda öğretmenine ya da okul müdürüne iletebilir.

Çocuğun okula gitmeyi istememesi genellikle evden, evde alışık olduğu düzeninden veya anne-babasından ayrılmak istememesiyle ilgilidir. Bazen çocuklarından ayrıldıkları için kendileri de huzursuz olan anne-babalar, çocuğun aklına bilmeyerek okul korkusunu sokabilirler. Ailenin bu tutumu, çocuğun ileride bunu size karşı kullanmasına sebep olur. Bu tür durumlarda, çocuklar bir okul gününü evde geçirebilmek için anne ve babalarının zayıflıklarından faydalanırlar. Bu nedenle anne ve babaların, çocuklarını okula hazırlarken net ve kararlı olması çok önemlidir.

Çocuğunuzu okula bırakırken, anlayışlı ama kararlı bir şekilde ona şu açıklamada bulunabilirsiniz: “Bu hafta senin için bir ilk. Okul/ yuva hayatına başlamak konusunda kaygılı olmanı anlıyorum. Ama daha önce de konuştuğumuz gibi senin yaşındaki pek çok çocuk okula gidiyor ve bazen bu kaygıyı yaşayabiliyor. Daha önce öğretmeninle de tanıştık. Okulda yeni arkadaşların olacak, onlarla da tanışacaksın. Okulda oynayacağın oyunların, yapacağınız etkinliklerin ve çalışmaların keyfini çıkarmaya çalış. Burada çok keyifli vakit geçirebilirsin. Seni almaya geldiğimde de bana neler yaptığını anlatabilirsin.”

Çocuğun okula uyum sürecini kolaylaştırmak için ekip halinde çalışmak çok önemlidir. Anne ve babalar, eğitimcilerle ve uzmanlarla etkin bir iletişim halinde olmalıdırlar. Çocuğunuza nasıl yaklaşabileceğiniz konusunda, bu ekiple ortak bir hareket planı doğrultusunda ilerlemek ve tutarlı bir tavır sergilemek, çocuğunuzun okula uyum sürecini kolaylaştıracaktır.

Çocuğunuzun Okula Uyum Sürecini Kolaylaştırmak İçin:

  1. Ev ile okul arasında bir bağ kurulması yararlı olacaktır. Bu bağı oluşturmak için evde bir pano yapın ve çocuğunuzun okuldaki etkinliklerini ve yaptıklarını bu panoda sergileyin. Çocuğunuzun evde sizinle birlikte yaptığı resimleri ya da çalışmaları ise öğretmenine hediye olarak götürmesini isteyin. Eğer çok sevdiği bir oyuncağı varsa onu yanında götürmesine izin verebilirsiniz. Yanında tanıdık bir şey bulundurması ilk günlerde çocuğunuzun kendini güvende hissetmesine yardımcı olabilir.
  2. Okulla ilgili korkuları hakkında çocuğunuzla konuşun, onu yatıştırmaya çalışın. O okuldayken, gün içinde sizin nerelerde olacağınız, okulda acil bir durum olursa onunla kimin ilgilenebileceği ve korkuları olduğunda okulda bunu kimlerle konuşabileceği hakkında çocuğunuza bilgi verin. Okuldaki rutin hakkında çocuğunuzu mutlaka bilgilendirin. Çünkü çocuğunuzun kaygı yaşamasına neden olan belirsizliktir.
  3. Sabah evden çıkarken çok fazla çatışmaya girmemeye özen gösterin (özellikle giydikleri ve yedikleri ile ilgili).
  4. Okula düzenli devam etmesi konusunda net ve tutarlı davranın. Onun için kaygılandığınızı sözlü iletişimle ya da beden hareketlerinizle belli etmeniz durumunda, çocuğunuz bu durumdan hemen faydalanmaya çalışacak ve o gün ya da sonrasında okula gitmemek konusunda sizi ikna etmeye uğraşacaktır.
  5. Bir kere bile olsa, önemli bir engel (hastalık, kaza, doğal afet vb.) olmadığı takdirde, çocuğunuzun okula gitmeme ısrarını kazanmasına izin vermeyin. Başa çıkmakta zorlandığınız noktalarda okul personelinden ve uzmanlardan yardım istemeyi unutmayın.
  6. Okul saatleri dışında, çocuğunuzla evde kaliteli ve bol etkileşimli zaman geçirmeye çalışın. Birlikte oyun oynayın, onun keyif aldığı bir etkinliği gerçekleştirin.

Anne-baba-ergen Üçgeninde İletişim Ve Etkili İletişim İçin Püf Noktaları

Ergenlik dönemindeki çocuğunuzla iletişim kurmak sizin için genellikle zorlayıcı olabilir. Çünkü ergenlik döneminde, ergen hayatındaki fiziksel, duygusal ve sosyal değişimleri, anne ve baba ise değişen çocuğunu anlamaya çalışmakla uğraşır. Bu süreçte, anne ve babalar çocuklarını büyütürken değişik pek çok yanlış davranışta bulunabilirler. Çocuğa karşı gösterilen yanlış tutumlar her ailede değişkenlik gösterebilir.

Psikolojik danışmanlık sürecinde genellikle, aileler bizlerden, ergenlik dönemindeki çocuklarıyla nasıl iletişim kurabilecekleri ve nasıl başarılı ebeveyn olabilecekleri ile ilgili püf noktaları, hatta deyim yerindeyse formüller isterler.

Ancak danışmanlık sürecindeki gözlemlerimin gösterdiği, sorun yaşayan ailelerin hemen hepsinde olan ortak yanlışın, “anne ve babanın birbirine karşı olan tutumu” ve “ebeveynlerin çocuğa karşı olan ortak tutarlılıkları” ile ilgili olduğudur.

Bu nedenle, bu makalede öncelikle “Anne-Baba-Çocuk” arasındaki iletişim üçgeninde üzerinde durulması gereken temel başlıklara ilişkin yol gösterici bilgilere, ardından ise ergenle iletişim kurarken ailenin dikkat etmesi gereken bazı püf noktalarına yer verilmiştir.

  • İletişim: Aile bireylerinin birbirlerine karşı duygularını ve ne düşündüklerini içtenlikle ifade edebilmeleri çok önemlidir. Aile içinde herkesin görüş ve fikirlerini açıklamasına izin verilmesi, her aile üyesinin fikirlerinin saygıyla karşılanması, aile içindeki iletişimi kolaylaştıran bir yaklaşımdır. Sadece babanın ya da annenin, görüşlerini ifade ettiği ama çocuğun görüşlerinin sürekli baskılandığı bir aile ortamında sağlıklı bir ilişkiden bahsetmek mümkün olmaz.
  • Anababa liderliği: Anne ve baba aileyi ortak bir liderlikle, net açıklayıcı ve tutarlı mesajlar vererek yönetmelidir. Aileyi ilgilendiren belli konularda liderlik annede iken, başka alanlarda idare babada olmalıdır. Aile içinde anne ve baba rollerinin, çocuğun anlayabileceği şekilde açık, net, tutarlı olması gerekir.
  • Disiplin: Annebaba otoritesinin olması ile, otoriter davranışın olması birbiriyle karıştırılmamalıdır. Çocukların, idarenin annebabada olduğunu algılaması önemlidir. Aile içindeki tüm aile üyelerinin uyması gereken kuralları ve çocuğunuzun üstlenmesini beklediğiniz sorumlulukları, sert ve katı bir tutumla izah etmek yerine, anne ve baba olarak kendi aranızda tutarlı davranarak ve çocuğunuza model olarak açıklamanız çok daha uygun olacaktır.
  • Kişisel sorumluluk: Ailenin her üyesi kendi davranışlarının sorumluluğunu taşımayı kabul etmelidir. Kaç yaşında ya da hangi konumda olursa olsun, her birey zaman zaman hata yapabilir. Ergenin hata yapması, onun sürekli aynı hataları tekrar edeceği ya da kötü bir insan olduğu anlamına gelmez. Bu hatalarının kendi payına düşen kısımlarıyla ilgili sorumluluk alması ve hatalarının etkilerini ve sonuçlarını fark edebilmesi her şeyden önemlidir. Ergenin bu aşamaya gelebilmesi için, anne ve baba önemli bir rol modeldir.
  • Başkalarına saygı: Anne ve babanın önce birbirlerine, sonra çocuklarına ve başkalarına saygı göstererek olumlu model olması çok önemlidir. Eğer baba, çocukların annesini aşağılıyorsa ya da anne çocukların babası ile alay ediyorsa, çocuklar bu yaklaşımlardan olumsuz çıkarsamalar yapacaklardır. İleride ise ne ailesi olarak size ne de çevresindeki insanlara saygı duymayı öğrenemeyecektir.
  • Birbirini sevmek: Anne ve babasından ilgi göremeyen çocuk, ilgiyi başka yerlerde arar ve bulamazsa öfke hisseder. Eğer çocuk bu öfkeyi kendine yöneltirse, keder ve ümitsizlik hisseden çocuk içine kapanabilir. Ya da öfkesini çevresine yönelten çocuk, her zamankinden daha saldırgan, yıkıcı ve uyumsuz davranışlar sergileyecektir. Böyle bir durumda, bu çocuğun aklından geçen düşünce şu olabilir: “Eğer annem ve babam bile beni sevmiyorsa, hayatta hiç kimse beni sevmeyecektir, ben sevilmeye değer biri değilim!”
  • Bir arkadaş ve ebeveyn olmak arasındaki sınırı koyabilmek: Bazı anne ve babalar, çocuklarıyla daha yakın iletişim kurmak adına arkadaş rolüne daha fazla önem verip, ebeveyn rolünü hafife alabilirler. Bazen ebeveyn, çocuğunun “en iyi arkadaşı” olmaya çalışır. Oysa ergenlerin pek çok arkadaşı olabilir ama sadece tek bir anne ve babası olur. Ebeveynler arkadaş olmak uğruna, çocuklarını anne ve baba rolünden mahrum etmemelidir.
  • Çocuğuna sevgi göstermek: Yaşı kaç olursa olsun, tüm çocuklar ebeveynleri tarafından sevilmek ister. Pek çok ebeveyn, her açıdan kendini iyi bir aile olarak algılamasına rağmen, önemli bir noktayı göz ardı edebilir: “Sevgimizi yeterince göstermek.” Özellikle bizim toplumumuzda, bazı babalar “sevgilerini göstermek” dışında iyi bir eştir ya da babadır. Babası tarafından sevilmediğini hisseden ergenin ailesiyle görüşüldüğünde, şöyle bir savunma cümlesiyle karşılaşırız: “Babası onu gerçekten çok seviyor, ama işte sevgisini gösteremiyor.” Anne babaların diğer bir yanılgısı ise “Çocuğumuz, bizim onu ne kadar çok sevdiğimizi biliyordur” düşüncesidir. Oysa hem çocukların, hem ergenlerin, hem de yaşı kaç olursa olsun tüm bireylerin sevildiklerini hissetmeye ve görmeye ihtiyaçları vardır. Aile üyelerinin birbirlerine olan sevgilerini ve yakınlıklarını hem söz, hem de davranışları ile gösterebilmeleri çok önemlidir.

ÇOCUKLARI ERGENLİK DÖNEMİNDE OLAN EBEVEYNLERE
İLETİŞİMLE İLGİLİ DİĞER PÜF NOKTALARI
• Konuşma isteği çocuğunuzdan gelirse konuşmak daha kolay olacaktır. Bir taraf konuşmayı istemeyince ve bu istemeyen taraf ergenlik dönemindeki çocuğunuz ise, o konuşmanın keyifli ve verimli olması pek mümkün olmaz. Eğer zorlama yoluyla çocuğunuzla bir konuşma yapmaya  Eğer sizinle hazırlanıyorsanız, biraz direnişe hazır olmalısınız  ergenin kendiJkonuşmak, fikri ise hem daha istekli olacak, hem de sizin anlattıklarınızın üzerindeki etkisi daha güçlü olacaktır. Sizin konuşmak istediğiniz bir zamanda, çocuğunuz konuşmak istemeyebilir ve sizi reddedebilir. Eğer o anda konuşmak istemiyorsa, onun konuşmak isteyeceği başka herhangi bir zamanda, sizin de konuşmak ve paylaşmak için hazır olduğunu çocuğunuza belirtip, geri çekilin. Ama konuşmak istediğiniz konunun üzerinin örtülmesine de izin vermeyin.

  • Çocuğunuzla konuşurken kendiniz olun. Çocuğunuzla rahat ve samimi bir ortamda, en doğal halinizde, olduğunuz gibi konuşun. Bazı aileler, ergenlik dönemindeki çocuklarını anladıklarını göstermek için sanki kendileri de genç bir çocukmuş gibi davranırlar. Ama bu yaklaşım, ergenlik dönemindeki çocuğunuza sahte ve itici gelebilir. Bunun tam tersi, aşırı gururlu ve katı olmanızın da bir yararı olmaz.
  • Bir konu hakkındaki görüşünüzü belirtirken dürüst olun. Hiçbir zaman eğriye doğru demeyin. Örneğin, yalan söylemek gibi ahlaki gelişime dayanan bir davranışı “yalan değil, yanlış söylenmiş sözler” olarak tanımlamayın.
  • Ergenin cevap vermesini yüreklendiren sorular sorun. Çocuğunuza suçlayıcı ya da yargılayıcı sorularla yaklaşmayın. Örneğin, “Neden bu kadar kabasın, inatçısın, tembelsin? Kime çektin bilmem ki?” gibi sorular, çocuğun kendini savunmaya almasına ve onun da size karşı agresif yaklaşmasına sebep olur. Çocuğunuzla daha iyi iletişim kurmak için sorularınıza, “…… hakkında ne düşünüyorsun? Senin fikrine göre ………..’nın sebebi ne olabilir?” gibi cümlelerle başlamanız daha uygun olacaktır.
  • Ergen çocuğunuzun konuşmasına izin verin. Bazen anne ve babalar çocuklarından şikayetçi oldukları durumlarda, “Bunu neden böyle yaptın/yapmadın?” gibi soruları arka arkaya sıralarlar. Oysa bu peşpeşe sıralanan sorular, suçlayıcı bir anlam içerdiği gibi çocuğun konuşmasına da fırsat vermez. Eğer ebeveyn durmaksızın, nefes almadan konuşursa, çocuğunuzla aranızdaki konuşma bir monologa dönüşecektir ve bunun karşılığında ergen hiç konuşmayacaktır.
  • Ders vermekten kaçının. “Ben senin yaşındayken…”, “Bizim zamanımızda böyle davranışlar…”, “Eskiden her şey çok zordu” gibi cümleler, sizin çocuğunuzla olan iletişiminizi kesintiye uğratır. Çünkü çocuğunuz bu tarz cümleleri, “Annem/Babam bana yine nutuk çekiyor” şeklinde algılar. Bu cümlelerin yerine, onlara neye kızdığınızı ve ne hissettiğinizi söyleyin. “……….. yaptığında kızıyorum” veya “………..yı bir daha yapmazsan sevinirim” gibi cümleler idealdir.
  • Disiplin verirken, çocuğunuzun hem yetenek ve niteliklerinden, hem de sorumluluklarından söz edin. Güzel, olumlu cümlelerle ve ergenin olumlu özelliklerini vurgulayarak söze başlamak, ergenin sizi dinlemesini artırır. Örneğin, “Sen ne kadar bencil bir çocuksun, kendinden başkasını düşünmüyorsun, kardeşine böyle davrandığın için kendinden utanmalısın!” demek yerine, “Sen özenli ve karşısındaki kişinin düşüncelerine önem veren bir gençsin. Buna rağmen kardeşine böyle davranman beni şaşırttı ve üzdü. Bu davranışlarını telafi edeceğine inanıyorum.” demek daha doğrudur. Ergenin kusurları olduğu gibi, mutlaka övülecek özellikleri de vardır. Bu olumlu özelliklerin annesi, babası ve yakın çevresi tarafından fark edildiğini görmek ise, ergeni gururlandırır ve olumlu davranışlarını sürdürmesini sağlar.
  • Ergenin söyledikleri ile davranışları arasındaki farkı fark edin. Ergenler bazen radikal fikirlere sahip olabilir ve bu fikirlerini açıkça ifade ederek ebeveynlerini isyan ettirebilirler. Onların bu fikirlerini telaşla ve panikle karşılar, ani tepkiler verir, bu fikirlerini sert bir tutumla eleştirir ya da küçümserseniz, aranıza kocaman bir iletişim engeli girmiş olur. Burada önemli olan, ergenin düşüncelerinden çok, ergenin davranışlarıdır. Yani bu düşünceleri davranışa dönüşüyor mu dönüşmüyor mu, önemli olan budur. Çocuğun sergilediği davranışları ile ileri sürdüğü fikirleri her zaman aynı olmayabilir.
  • Çocuğunuzun size olan güvenine saygı gösterin. Çocuğunuzun size söylediklerine değer vermeniz ve onu anlamaya çalışmanız, onun anlattıkları ile alay etmemeniz, çocuğunuzun size güven duyması için çok önemlidir. İletişimin temelinde güven duygusunun olması, pek çok olumlu duyguyu ve davranışı da beraberinde getirir.

Kardeş Kıskançlığı

Birden fazla çocuğa sahipsiniz. Çocuğunuzun her isteğini yerine getirmeye çalıştığınız halde “Kardeşimi benden daha çok seviyorsun, benim hiçbir isteğimi yerine getirmiyorsun.”  gibi  suçlamalara çok sık maruz kalıyorsunuz. O önceden kendi kendine yediği yemeği artık sizin yedirmenizi, onunla daha fazla ilgilenmenizi istiyor. Çocuğunuzun kardeşini kıskandığını ve kıskançlığını bu şekilde ortaya koyduğunu anlıyor; fakat kardeşler arası kıskançlık problemlerine neyin sebep olduğunu ve bu problemin önüne nasıl geçeceğinizi bilmiyorsunuz.

Aslında çocuklar bir kardeşlerinin olmasını isterler, ancak kardeş doğumu ile de yoğun bir kıskançlık yaşamaya ve anne-babaları zorlamaya başlarlar. Önceleri sürekli kardeş isteyen bir çocuğun bu isteği gerçekleştikten sonra neden kardeşini kıskandığı, hatta ona düşman gibi davrandığını anlamak oldukça zordur. Oysa bu çocukların süreklilik göstermeyen, değişken olan isteklerini yansıtan, dolayısıyla onların doğasıyla ilgili ipucu veren bir özellikleridir. Bu nedenle çocuk için diğer önemli kararlarda olduğu gibi kardeş isteğinin gerekliliğine de anne ve babanın karar vermesi gerekmektedir. Annenin beden ve ruh sağlığı, ailenin ekonomik gücü, doğacak çocuğun bakımına ilişkin sorumlulukların paylaşılması bu kararı belirleyecektir.

KISKANÇLIK KÖTÜ BİR DUYGU MUDUR?

Annelerin genelde “Birbirlerinden nefret ediyorlar, ne yapacağımı şaşırdım.” Dediklerine şahit oluyoruz.  Bu sözün altında şu yatıyor : “Kardeşler arasındaki kıskançlığın normal olduğunu biliyorum ama ben ne yapacağımı bilmiyorum.”

Kardeşler arasında rekabet olması, bir ödül için birbirleriyle yarışmaları demektir. Burada ödül, anne ve babanın ilgisi ve sevgisidir.  Sevgi, yorgunluk, başarı, güven, kızgınlık gibi kıskançlık duygusu da çok normal bir duygudur.  Çocuğun hatta yetişkinlerin bile bu duyguyu hissetmelerinde bir yanlış yoktur.

YANLIŞ NEREDE? YANLIŞ OLAN NEDİR?

Konumuz olan kıskançlık duygusu insanın gelişmesi için gereklidir. Bizden üstün olan insanları kıskanarak onların seviyesine yetişmek için var gücümüzle çalışırız. Çocuk için de durum aynıdır. Daha önce kendisine ait olan anne ve baba sevgisinin kardeşe yöneldiğini zanneder. Kıskandığı kardeşinden daha üstün olmaya gayret eder, böylece anne-babanın kardeşe yönelen sevgi ve takdirini tekrar kendi tarafına çekmeye çalışır.  Eğer çocuğun kıskançlık duygusunu ifade etmeye izin vermez, kınama ve ayıplama yoluna gidersek kendisini suçlu hissetmesine yol açmış oluruz. Bu durumda çocuk, “kıskanma kötü bir duygu ise, ben kötü bir çocuğum; çünkü kardeşimi kıskanıyorum.”   şeklinde bir kanaat geliştirecektir. Kendisini kötü hisseden bir çocuk, kardeşini iyi davranmayı düşünmeyecek, ona karşı düşmanca duygular besleyecektir.

Kardeş kıskançlığı doğal bir duygudur. Olumsuz duygular anlayışla karşılanmalı ve bu duyguları belirtmesi yüreklendirilmelidir.

KARDEŞLER KISKANIR MI?

Her kardeş birbirini kıskanmaz. Diğer taraftan kardeşler arasında anne-babanın boş zamanı ve ilgisinin paylaşımı konusunda çekişmeler çıkabilir. Bu çekişme birbirlerini hırpalama, zarar verici ve yok edici davranışlarda bulunma boyutuna varırsa, buna “kıskançlık” demek daha uygun olur. Burada kıskançlığın tümden kötü ya da yanlış bir duygu olduğu izlenimi kesinlikle doğmamalıdır.

PEKİ KARDEŞİNİ KISKANMAYAN ÇOCUK VAR MIDIR?

Kardeşini kıskanmayan çocuk yoktur. Eğer bu gerçekliği bilirsek, kardeş kıskançlığını önlemek için göstereceğimiz tüm çabaların boşa gideceğini ve kıskançlığı körüklemekten başka bir işe yaramayacağını da anlamış oluruz. Annenin hamile olduğunu fark ettiği veya bir kardeşinin doğacağını duyduğu andan itibaren çocuğun içinde kıskançlık tohumları filizlenmeye başlar. Doğum yaklaştıkça annenin yükü artar, yorgunluk ve halsizlik belirtileri baş gösterir. Çocuğunu kucağına alamaz, eskisi kadar ona zaman ayıramaz. Bebek için iç çamaşırı, kundak, elbise ve yatak takımı gibi ihtiyaçlar satın almakta, hazırlıklar devam etmektedir. Bütün bu gelişmeler ve kendine gösterilen ilginin azalması çocuğu derinden sarsar. Kafası sormaya korktuğu sorularla ve şüphelerle doğar. Annesinin sevgisini denemek için olmadık isteklerde bulunur, huysuzlaşır, mızmızlanır, ağlar. Bu sınamalar karşısında anne memnuniyetsizlik  gösterdikçe çocuğun huzursuzluğu artar.  Asıl fırtına ise, anne kucağında bir bebekle dönünce kopar. Bazı anne-babalar çocuğun doğacak kardeşine karşı kıskançlığını en aza indirmek için aşırı bir ilgi ve sevgi gösterisine girer.  “Sen her zaman bizim biricik çocuğumuz olarak kalacaksın, sana olan sevgimiz hiçbir zaman azalmayacak” derler. Yeni hediyeler alırlar, ayrı odada yatıyor ise kendi yatak odalarına alır, aralarında yatırırlar.  Bütün bu çabalara gerek yoktur, çünkü bunlar çocuğun şüphelerini artırır.

KARDEŞLER ARASINDAKİ YAŞ FARKININ KISKANÇLIĞA ETKİSİ VAR MIDIR?

Kıskançlık derecesinde rol oynayan bir başka etken de kardeşler arasındaki yaş farkıdır.  Yaş farkı az olan kardeşlerde kıskançlığın görülme sıklığı, yaş farkı fazla olanlara oranla biraz daha yüksektir.

Dışarıdan insanlar ve akrabalar da bazı olumsuz düşüncelerin doğmasına neden olabilirler. Kendisinden büyük bir kız kardeşi olan çocuğa saçlarının neden ablası gibi kıvırcık olmadığını sormak, ablaya da kardeşinin boyunun onu yakaladığını ve yakında onu geçebileceğini söylemek  hem gereksiz hem de olumsuz  etkileri olan yaklaşımlardır. Çocukların birbirleriyle rekabete girmelerini, kızgınlık duymalarını sağlayabilir.

KARDEŞLER  ARASINDAKİ SÜRTÜŞMELER  SEBEPLERİNE GÖRE ÜÇ GRUPTA TOPLANABİLİR

1-) Ana-Baba Tutumunun Yol Açacağı Gereksiz Kardeş Sürtüşmeleri (Anne-Babanın Tutumu Kardeş Sürtüşmelerini Artırır Mı?)

Anne-babanın kişisel özellikleri ve aralarındaki ilişkinin kardeş sürtüşmelerini azaltma ya da artırma yönünde etkisi vardır. Anne ve baba kendi önceliklerinden vazgeçmede fazla istekli değilse iki kardeş olduğunda, bu iki kardeşe verecekleri ilgi ve zamanın dozu azalır. Anne-babanın ikili ilişkisi, anne-çocuk ve baba-çocuk ilişkisi ile eşit oranda tutulduğu taktirde ilginin bölünmesi durumuyla karşı karşıya kalırız ki bu da bazen tarafların hiçbirinin aldığı ilgiden memnun kalmayıp daha fazlasını talep etmesi ile sonuçlanabilir.  Birinci çocuk, anneden ikinci çocuk kadar ilgi istemeye başlayabilir. Bu arada baba da anneden yeterli ilgi almadığını, ihmal edildiğini düşünmeye başlarsa, bir de bu anne bir süre sonra işine dönmek zorunda olan, çalışan bir anneyse baskı hissetmesi normaldir. Zaten bu tip kardeş çatışması durumlarında en çok zarara uğrayanlar genelde annelerdir. Eğer anne ve babada çocuklara daha fazla yönelme durumu varsa, bazen geçici olarak çocukların sorumluluklarının bölüşülmesi (örneğin anne küçük çocuğun zorunlu ihtiyaçlarıyla ilgilenirken, baba da büyük çocuğa ilgi gösterebilir.) sorunu hafifletebilir.

2-) Çocukların Bireysel Özellikleri, Karakter ve Yapı Özelliklerinin Yol Açabileceği Kardeş Çekişmeleri

3 yaşındaki bir çocuğa gösterilmesi gereken ilgiyle, 13 yaşındaki çocuğun ihtiyaç duyduğu ilgi eşit değildir. Dolayısıyla çocuklarımıza gösterilmesi gereken ilgi bir eşitlik ölçüsüyle değil de, denklik ölçüsüyle değerlendirilmelidir. Çocuklarının bireysel özelliklerini, ihtiyaçlarını iyi görebilen ve değerlendirebilen anne-babalar, kardeşler arasındaki çekişmelerin çatışmaya dönüşmesini de engelleyebilirler.  Anne ve babanın çocuklarının her birinin neye ne kadar ihtiyacı olduğunu iyi anlaması ve ikisine de ihtiyaçlarının miktarı doğrultusunda yaklaşması çatışmayı azaltır ya da engeller.

3-) Psikolojik Olmayan Diğer Faktörlerin (yaş farkı, cinsiyet farkı gibi) Yol Açacağı Sürtüşmeler

Birbirine çok yakın aralarla doğmuş olan iki kardeşin çatışma ihtimali, uzun aralarla doğmuş olanlara göre daha yüksektir. Bunun sebebi her iki çocuğun da ihtiyaçlarının yoğunluğunun birbirine yakın olmasıdır. Kardeşler arası çekişmelerin fazla yaşanmaması için ideal olan hamilelikler arasında 2-3 yıllık bir süre bırakılmasıdır.

İki çocuğun aynı veya farklı cinsten olması yaş gruplarına göre önem arzeder. Küçük yaşlarda kardeşlerin farklı cinsiyette olması önemli bir unsur değilken, bebeklikten çıktıkça ve yaş büyüdükçe bu cinsiyet farklılığı önem kazanır. Aynı cinsiyetten olan çocuklar arasında rekabetin daha fazla olacağı görüşü yaygın olsa da, farklı cinsiyetler arasında çatışmanın daha fazla olduğu yolunda sonuçlar vardır.

Kardeşler arasındaki yaş farkının 5-7’ yi aşması da kuşak farklılığına neden olabilir. Bu sefer de çatışmadan ziyade ezme ve yönetme ilişkisi işin içine girer.

ÇOCUKLAR NEDEN KISKANIRLAR?

  • Doğal bir duygu olan kıskançlık, sevilen kişinin bir başkasıyla paylaşılamamasından ve temelde güvensizlikten kaynaklanır. O ana kadar kendine yöneltilen  ilgi ve dikkatin kardeşine yöneltilmesinde doğan rahatsızlık en temel nedendir. Kardeşin doğmasıyla birlikte ona ayrılan zamanın azalması çocukta, bebeğe karşı gibi görünen ama aslında ana babaya karşı olan kızgınlık, kırgınlık gibi duyguların gelişmesine neden olabilir. Çocuk kendini terk edilmiş, güvensiz ve desteksiz hissetmeye başlar.
  • Kardeşler arası kıskançlığın derecesi, yeni bir çocuğun doğumuyla anne babanın tutumunda olan değişikliklere, büyük çocukla ebeveyn arasında yerleşmiş olan ilişkiye ve çocuğun bebeğe olumsuz bir etkide bulunmasına göz yumma hoşgörüsüne bağlıdır.
  • Kıskançlık derecesinde rol oynayan bir başka etken de kardeşler arasındaki yaş farkıdır. Yaş farkı az olan kardeşlerde kıskançlığın görülme sıklığı, yaş farkı fazla olanlara oranla biraz daha yüksektir.
  • Dışarıdan insanlarla, akrabalar da bazı olumsuz düşüncelerin doğmasına neden olabilirler. Kendisinden büyük bir kız kardeşi olan çocuğa saçlarının neden ablası gibi kıvırcık olmadığını sormak, ablaya da kardeşinin boyunun onu yakaladığını ve yakında onu geçebileceğini söylemek hem gereksiz hem de olumsuz etkileri olan yaklaşımlardır. Çocukların birbirleriyle rekabete girmelerini,  kızgınlık duymalarını sağlayabilir.
  • Cinsiyete göre de bazı farklılıklar yaşanabilir; çocuk kız ve doğan kardeş erkek ise, ana-babanın kendi cinsiyetinden hoşnut olmadığını düşünebilir. Ailelerin cinsiyete ilişkin tercihi varsa ve bunu yansıtıyorlarsa, cinsiyete göre kıskançlık yaşanması kaçınılmaz hale gelir.
  • Bazı çocuklar mizaçlarından dolayı daha kıskançtırlar.

ÇOCUKLAR KARDEŞLERİNİ KISKANDIKLARINDA NASIL DAVRANIRLAR?

  • Kardeş kıskançlığı; kendine acıma, üzüntü, küçük düşme korkusu, can sıkıntısı, öfke, nefret ve intikam alma düşüncelerinin yanı sıra sevgi, koruma ve yakınlık hissetme isteği gibi karışık duyguların bir bileşiminden oluşmaktadır. Bu duyguların en etkili olanları öfke, kendine acıma ve üzüntü duygularıdır.
  • Çocuk o güne kadar evde kendisi ilgi ve sevgi odağıyken birden ikinci plana itilmiş gibidir. Artık anne babasının ve diğer yakınlarının sevgi ve ilgisini kardeşiyle paylaşmak durumundadır. Sevilmediği düşüncesiyle anneden tamamen uzaklaşır; içe kapanır, yemek yememeye ve zayıflamaya başlayabilir, sessizleşebilir.
  • Kabus gördüklerini, çişlerinin geldiğini bahane ederek ilgiyi kendi üzerlerine çekmeye çalışırlar. Altını ıslatma, parmak emme, bebeksi konuşma gibi davranışlarla önceki gelişim evresine gerileme görülebilir. Anne babasından daha önce istemediği şeyleri isteyebilir. “Benim de altımı bağlayın, ayağınızda sallayın, bana annem yedirsin…” gibi
  • Hem gün içinde hem de geceleri aşırı sinirli olurlar. Huzursuz bir görünümleri vardır, sakinleşmekte zorlanır ve kimi zaman çevrelerindeki insanlara öfkeli davranabilirler. Kendilerine ya da eşyalarına yönelik saldırgan davranışlarda bulunabilirler. Çevrelerindeki insanlara vurarak, tekme atarak hırsını ve öfkesini boşaltmaya çalışabilir.
  • Uyku düzeni bozulabilir. Uyku saatlerine itiraz edebilir.  Anne ve babayla uyumak isteyebilir.
  • Evden ayrılmayı reddetmekle birlikte (Örneğin; okula gitmek istememe); fiziksel bir rahatsızlığı olmadığı halde  baş ağrısı, mide bulantısı gibi psikosomatik belirtiler, huzursuzluk, isteksizlik ve diğer stres belirtileri  sık sık gözlenebilir.
  • Yeni bir kardeşin doğumu çocukta ilgi ve koruyuculuk, sıkıntı ve kıskançlık gibi çelişkili duygular yaşanmasına neden olur. Artık eskisi kadar sevilmeyeceği korkusu daha anne hamileyken başlayabilir. Son aylarda annenin yorgun, isteksiz ve yeni gelecek kardeşin hazırlıkları ile uğraşıyor olması çocuğun huysuzlaşıp, anneden ayrılmak istememesine neden olabilir.
  • Çocuk sık sık kardeşine olan öfkesini dile getirebilir. Bazı çocuklar kıskançlık duygularını açıkça ortaya koyarak kardeşine vurma, onun oyuncağını kırma, “Ondan nefret ediyorum.”  deme gibi davranışlar gösterirken bazıları da bu duygularını bastırır ve aşırı sevgi gösterirler. Bu davranışın altında çoğu zaman ana-babanın sevgisini kaybetme, tepki gösterme korkusu yatar.
  • Yeni doğan kardeşinin canını yakabilir ve zarar verebilir. Isırmak, çimdiklemek, itmek, kucağından düşürmek… gibi.
  • Annesinin yeni doğan bebekle ilgilenmesini engellemek için elinden geleni yapabilir.
  • Çocuk eve yeni gelen kardeşiyle hiç ilgilenmeyebilir. Sanki evde hiç kardeşi yokmuş gibi davranabilir.
  • Anne babaya sık sık onu sevip sevmediklerini sorma ve sevgilerinden bir türlü emin olmama yaşanabilir. Anne ve babasına “Artık beni sevmiyorsunuz, onu daha çok seviyorsunuz.” gibi isyanlarda  bulunabilir.
  • Çocuk büyüdükçe kardeşiyle alay etmek, onunla oyun oynamamak, oyuncaklarını paylaşmamak, her fırsatta kavga çıkarmak, yalana başvurmak gibi davranışlarla da kıskançlığını gösterebilir.

Çocuğunuzda gördüğünüz bu davranışlar aslında kardeşine zarar verme isteği değildir. Sadece içinde hissettiği kardeş kıskançlığıyla baş etme çabasıdır. Bu çaba içindeki çocuğa anne ve babanın olumlu yaklaşımı, kardeş kıskançlığının etkilerini azaltmada çok önemlidir.

ANNE BABA OLARAK NELER YAPABİLİRSİNİZ?

İLK ÇOCUĞU YENİ BİR KARDEŞİ OLACAĞI FİKRİNE ALIŞTIRMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?

* “Senin çocuk olduğunu unutmayacağız.” garantisini davranışlarımızla vermemiz faydalı olur. Kardeşi doğmadan önce ona anlayabileceği bir dilde aileye yeni bir üyenin geleceği, evdeki ortamın her zamankinden daha heyecanlı ve karışık olabileceği, örneğin eve sık sık misafirlerin gelip gideceği, annenin hem yorgun hem de bebekle daha çok vakit geçirmek zorunda kalacağı, çünkü küçük bir bebeğin gereksinimleri olduğu ama aynı şeylerin o doğduğunda da yaşandığı ve her şeyin zamanla tekrar düzene gireceği anlatılabilir. Böylece çocuk psikolojik olarak daha hazırlıklı olacaktır.

* Öncelikle rahat olmaya gayret edin. Çocuklar etraflarındaki yetişkinlerin davranışlarından etkilenirler. Büyük çocuğunuzun kardeşine nasıl tepki göstereceği konusunda endişeliyseniz çocuğunuz da gergin olacaktır.

  • Çocuğa somutlaştıramayacağı şeyler söylemeyin. “Sakın endişelenme, seni de bebek kadar seveceğiz.” cümlesi iyi niyetli olsa da çocuğun anne babanın sevgisi için kardeşle yarışmasına yol açar.
  • Hamilelik döneminde babası ya da başka bir aile üyesi büyük çocuğun bakımıyla ilgili yemek yedirme, banyo yaptırma, uyutma gibi işlere başlayabilir. Böylece anne hastanedeyken ya da bebekle meşgulken çocuk kendini ihmal edilmiş hissetmez ve yaşantısının değiştiği fikrine kapılmaz.
  • Anne-babanın aralarında işbölümü yapması, anne yeni bebekle ilgilenirken, babanın diğer çocukla ilgilenmesi, çocuğun kendisiyle de ilgilenildiğini hissetmesini sağlar.
  • Anne baba, çocuğa “Kardeşin doğdu ama senin dünyanda değişen bir şey yok. Sana olan sevgimizde bir azalma yok.” mesajını sadece sözcüklerle değil davranışlarla da iletmelidir. Bu da ancak çocuğa zaman ayırmaya devam ederek, onunla konuşarak, onunla ortak faaliyetlere girerek ve ona sorumluluk vererek olur.
  • Kıskanan çocukla mümkün olduğunca nitelikli zaman geçirilmeye çalışılmalı, daha önce yapmaktan hoşlandığı alışkanlıklarını gerçekleştirmesine olanak verilmelidir.
  • Yeni doğan bebeğe aşırı sevgi gösterisinde bulunmak yerine, var olan sevgiyi ilk andan itibaren paylaştırabilmeyi hedeflemek daha doğru olacaktır. Bebeğe sevgi gösterdikten hemen sonra  panik içinde çocuğa da aynı şeyi yapmaya çalışmak, doğallığın kaybolmasına neden olacaktır.

FAKAT BİZLERİN DIŞINDA OLAN YANİ DIŞARIDAN İNSANLAR VAR. BU İNSANLARIN ÇOCUKLAR ÜZERİNDE OLUMSUZ ETKİLERİ OLABİLİYOR. NELER YAPMALIYIZ?

* En iyi niyetli misafirler bile sadece bebekle ilgilenip büyük çocuğu unutma eğilimi içindedirler. Yakınların yalnızca bebekle ilgilenmemelerini, büyük çocuğa da alışık olduğu tarzda ilgi ve sevgi  göstermelerini söylemek, “Kardeşin doğunca senin pabucun dama atıldı” gibi sözler söylememeleri konusunda uyarmak işe yarayacaktır. Eve yeni bebeği görmek üzere konuklar geldiği zamanlarda, büyük kardeşle özellikle ilgilenin. Bebeğe getirilen hediyeleri onun açmasına, konuklara bebek odasını gezdirmesine izin verin.

  • Bebek için söylenen “Ne kadar yaramaz, sürekli ağlıyor ve beni yoruyor. Oysa ben seni daha çok seviyorum.”  gibi bir cümle çocuk tarafından inandırıcı bulunmayıp, çocuğun size olan güvenini zedeleyecektir.
  • Bebeğe sürekli “bebek” demek yerine doğrudan adını söylemeye başlamak canlı bir varlık olduğunu anımsatacaktır.
  • Bebeğe “benim” değil “bizim” diye hitap etmek çok yerinde olur.
  • “Sessiz ol, kardeşin uyuyor!” gibi sözlerle çocuğun yaşantısını bebeğe göre ayarlamak kıskançlığı tırmandıracaktır.
  • Aşırı kaygı içeren tavırlarla çocuğu bebekten uzaklaştırmaya çalışmak, yapılabilecek en büyük hatalardan biri olacaktır.
  • Kıskanmasın diye çocuğa aşırı hoşgörü göstermek durumu kötüleştirecektir. Örneğin; önceden yalnız yatan çocuğun, anne babasıyla yatmasına izin verilmemelidir. Çocuğa kıskanmasın diye gösterilen aşırı ilgi, bu sefer de kardeşinin onu kıskanmasına neden olabilir.
  • Bebeğe zarar vermesine izin verilmeyeceği kesin bir dille anlatılmalıdır.
  • Çocuk kardeşinin canını yaktıysa, görünüşte çok kötü olan bu davranışın gerçekte bebeğe zarar vermek için değil; bir parça düşmanlık içeren bir incelemeden başka bir şey olmadığını bilin. Burada önemli olan aşırı tepki göstermemek, kibarca tepki verip, sinirlenmeden ( yoksa sizi sinirlendirmek için bu davranışı tekrarlayabilir ) uyarıda bulunmaktır. Çocuk mesajı alsa da almasa da iki kardeşi yalnız bırakmamak doğru olacaktır. ( Beş yaşına gelene kadar çocuklar zarar verip vermediklerini kavrayamazlar ).

BEBEKLE  İLGİLİ   İŞLERDE  DİĞER ÇOCUKTAN YARDIM İSTEMEK DOĞRU MUDUR?

* Bebekle ilgili işlerde çocuktan yardım istenebilir.  Örneğin, bebeğe isim seçme, biberonunun soğutulması, oyuncak ya da  giysi seçimi, bebek odasının düzenlenmesi  gibi konularda  büyük çocuğun katılımı sağlanabilir.  İlgi göstermiyorsa yardımcınız olmaya zorlamayın; yarım ederse mutlu olacağınızı söyleyin  ama ısrar etmeyin. Fazla sorumluluk yüklemeyin, uzun süre ikisini yalnız bırakmayın. Kardeşinin giyebileceği, ona küçük gelen giysileri ve oynayabileceği oyuncakları beraber ayırmak işe yarayabilir, fakat vermek istemediği şeyler konusunda zorlanmamalıdır. Kendisine ait sevdiği bir şeyin kardeşine verilmesi çocuğu üzebilir ve kıskançlığını arttırabilir.

  • Kardeşe yönelik olumsuz duyguları reddedip önemsememek yerine, onları kabul edip tanımaya çalışın; “Bebeğe bu kadar zaman ayırmam pek hoşuna gitmiyor.”  diyerek  duygularını ifade etmesini sağlayabilirsiniz.
  • Kardeşler arasındaki karşılaştırmalardan kaçının. Ancak çocuğun da bir zamanlar küçük bir bebek olduğu, aynı bakım ve özenin kendisine de gösterildiği çocuğa anlatılabilir.
  • Kardeşiyle ilgili karışık duyguları olan çocukların konu edildiği öyküler anlatmak, anne ya da babanın kendi kardeşiyle ilgili ilk hislerini paylaşması, çocuğun duygularını anlaması ve ifade etmesinde fayda sağlayabilir.
  • Kardeşini sevmek zorunda olduğu söylenmemeli, “Sen artık ablasın!” diyerek, yaşının üzerinde olgunluk bekleyip onun da hala çocuk olduğu unutulmamalıdır.
  • Bebeğin gelişiyle birlikte 4-5 yaşlarındaki çocuğu anaokuluna göndermek doğru değildir. Bu durum kardeş kıskançlığını körüklediği gibi çocukta okul sendromunun gelişmesine ve çocuğun içine kapanık ya da saldırgan olmasına yol açabilir.
  • Ailenin bütün olduğu duygusu herkes tarafından hissedilmelidir. Bunun için bütün ailenin birlikte yapabileceği gezinti, piknik, alışveriş, film izleme gibi etkinliklere yer verilmelidir.
  • Anne-baba mümkün olan her fırsatta çocukla birebir iletişime geçerse, birlikte ortak faaliyetlerde bulunurlarsa, çocuğa kardeşiyle ve evle ilgili küçük sorumluluklar verilirse çocuk kendini hala güvende ve hala sevilen, önem verilen bir kişi olarak hissedecektir.

ÇOCUKLAR KAVGA ETTİĞİ ZAMAN NELER YAPMALIYIZ?

* Birbirlerine ya da çevrelerine zarar vermedikçe, çocuklarınızın kavgalarına karışmayın. Durum çıkmaza girerse, öncelikle çocuklarınızın öfkesini  kabul edin.

* Çocuklarınızı dikkatle dinleyin ve onlara geri bildirim verin.  Onların sorunlarını çözebileceklerine emin olduğunuzu, onlara güvendiğinizi söyleyip odadan ayrılın. Kendi başlarına bir çözüm bulamazlarsa, bulmalarına yardım edin. Eğer birbirlerini incitiyorlarsa, “çok öfkeli olduğunuz belli” diyerek onları ayrı odalara yönlendirip, bu konuyu daha sonra konuşabileceğinizi söyleyebilirsiniz.

* Diğer bir yanlış yaklaşım tarzı “Neden kavga ediyorsunuz?” sorusudur. Bu yapılan hatanın haklı sebepleri varsa tekrar edilebileceğini söylemek olur.

* Dikkatinizi hemen, sorun yaratan çocuğa yöneltmek yerine, zarar gören çocukla ilgilenmek, kardeşi “mağdur, ezilen” olarak nitelendirmemek gerekir.

“Kim başlattı?” sorusunu sormaktan kaçınılmalıdır. Çünkü olayı kimin başlattığını öğrenmeye çalışmak çocukların birbirlerini suçlamasına neden olur. Her bir çocuğun kavganın çıkmasında aynı derecede suçlu olmasından yola çıkarak sonuçlarına eşit derecede katlanmaları sağlanmalıdır.

* Kimi anne babalar  kavgada haksız tarafı bulmak ve adil davranmak için mahkeme kurar. “Önce sen anlat bakalım, kavga nasıl başladı?” Daha biri anlatmaya başlar başlamaz  diğeri lafa karışarak savunmaya geçer, derken bir ağız dalaşı sürer gider. Baba veya anne de kızarak her ikisine birden ceza verir.  Tabi bu da çözüm getirmez, çünkü bir taraf hak etmediği halde ceza alarak haksızlığa uğramıştır. Çocukların aralarındaki hakem olmayın. Çocuklar, anne-babalarının kavgalarına karışmasında onların diğer tarafı tuttuklarını düşünürler. Bu da rekabetin artmasından başka işe yaramaz. Kavgayı kimin başlattığıyla ilgilenmeyin. Bunu öğrenmeye çalışmak çocukların birbirlerini suçlamasına yol açar. Kim başlatırsa başlatsın sonuçlarına birlikte katlanmaları gerektiğini  hatırlatın.

* Çocukların kavgalarında hakem rolünü almayın. Anne-babalar çocukların tartışmalarına katıldıkları zaman çocukların her biri ana babasının diğerinin tarafını tuttuğunu düşünür. Büyük kardeş ana babanın koruyucu desteğini sağlayabilen küçük kardeşe kızgınlık duymaya başlar. Ana baba ne kadar tarafsız olmaya çalışsa da işe yaramaz.

* Anne babalar genellikle  küçüğü korumak, büyükten anlayış göstermesini istemek gibi yanlış bir yaklaşımda bulunurlar.  Küçük de bunu kullanarak en ufak bir anlaşmazlıkta basar çığlığı : “Anne ağabeyim (ablam) bana vurdu!” Anne de büyüğe bağırır : “Sana kaç defa kardeşine vurma dedim. Büyüksün biraz anlayış göster!” Genellikle küçük çocuk büyükle yarış halindedir, onun buyruğu altına girmek istemez. Büyüğe güç  yetiremediğinde  ezilmişlik rolü oynayarak anne veya babayı yardıma çağırır. Destek bulduğu zaman kavgayı kızıştırmaktan geri durmaz. Çocuklar çok ileri gitmediği müddetçe kardeş kavgalarına karışmamalıdır. Anne ve babanın arka çıkmadığını gören haksız taraf  diğeri ile anlaşma yoluna gider.

* Bu nedenle kardeşler arasında kıskançlık hissettiğinizde  onları birbirinden uzaklaştıracak değil, yakınlaştıracak ortamlar yaratın.

* Çocukların kavga etmelerine mümkün olduğunca izin verilmemelidir. Çünkü çocuklar kavga ettikçe deneyim kazanırlar. Kavga ettiklerinde de seçenekler sunulabilir ya da iyi geçinme kuralları koyulabilir. Böylece kavga ettikleri ve iyi geçindikleri zaman sonucun ne olacağını bilirler. ( “İyi geçinirseniz ev kuralları dahilinde istediğinizi yapabilirsiniz. Kavgayı kim başlatırsa başlatsın önemli değil. Ya iyi geçineceksiniz ya da lunaparka gitmeyeceksiniz.” gibi… )

ÖVGÜ ETKİLİ MİDİR?

* Olumlu davranışlara odaklanmak çok önemli. Özellikle çocuğun yaşı büyüdükçe, yaptığı olumlu davranışları kanıksar, “zaten sorumluluğu yapmak zorunda artık” diye düşünerek olumlu geribildirim vermeyiz. Bu yüzden çocuğumuza övgü kullanmazken, sürekli azarlıyor, eleştiriyor, yargılıyor konumunda oluruz.  Çocukların yaptıkları olumlu davranışlara dikkat edip, onları öne çıkarmalıyız. Övgü alan davranışların sayısı artarken, olumsuz davranış sayısı azalacaktır. Övgü en etkili kozdur. Kavga ettikleri zamanlarda duymazlıktan gelmek, iyi geçindikleri zamanlarda da övgü ile “iyi geçindiğiniz için teşekkür ederim” veya “ne kadar iyi anlaşıyorsunuz” gibi cümleler söyleyin. Bu durumda iyi geçinme konusunda yüreklendirilmiş

* Çocuklara “Kavga etmeyin!” demek çok etkili değildir. Bunun yerine çocuklar iyi geçinme konusunda yüreklendirilmelidir. “Ne kadar iyi anlaşıyorsunuz!” gibi cümleler çocuğu yüreklendirir.

* Çocuklarınızı iyi geçinme konusunda yüreklendirin ve paylaşmayı öğrenmesine yardımcı olun. Çocuğun daha küçükken paylaşmayı öğrenmeye başlaması kardeşi olduğunda çok fazla bocalamasını engelleyecek, paylaşamamaktan doğan çatışmaları azaltacaktır.

* Kardeşler arasındaki kıskançlık ve geçimsizlik ne kadar yoğun olursa olsun, ayrı kaldıklarında birbirlerini çok özlerler. Bu durum, ilişkilerinin bazen çok bozuk olduğunu düşünseniz de aslında birbirlerini çok sevdiklerini açıklar.

ÇOCUKLARA  HERŞEYİ EŞİT OLARAK VEREMEYEBİLİRİZ. BU DURUM DA SORUN ÇIKMASINA NEDEN OLABİLİYOR. NELER YAPMALIYIZ?

* Sevginizin eşit olduğunu göstermek yerine; her çocuğa, birbirinden ayrı olarak, sadece kendisine özel bir sevgi duyulduğunu göstermek daha doğru olacaktır.

* Eşit zaman ayırmaya çalışmak yerine, her çocuğa kendi gereksinimine göre zaman ayırmak gerekir. Bebeğin henüz kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar küçük olduğu, dolayısıyla daha çok ilgiye ihtiyacı olduğu belirtilmelidir.

* Her şeyin eşit olmasına değil, adil olmasına çalışılmalıdır. Örneğin; üç kardeşten ortanca çocuğun  “Ahmetler’ e kardeşim gidiyor, ama ben gidemiyorum, bu adil değil!” şeklinde gösterdiği tepkiye “Kız kardeşinle geçimsizliği sürdürdüğün ve ona  vurduğun için Ahmetler’ e sadece abin gidebilir.”  biçiminde bir yaklaşım uygun olabilir.

* Hediye olsun, kucaklama olsun, çocuklarımıza vereceğimiz şeyin eşitlik açısından değerlendirilmesi gerekmez. Sadece Ece’ ye ayakları büyüdü, yeni spor ayakkabısı alınıyor diye;  Ebru’ ya da yeni bir çift alınması gerekmez. Bu tip durumlar kısa vadede kardeşler arası çekişmeleri hafifletiyor görünse de, rekabet ve karşılaştırmaların şiddetlenmesine ve artmasına yol açar. Her çocuğun  o anki gereksinimlerine göre hareket edin ve hediyeleri çocuğun kardeşine ne alındığına göre değil, özel ilgi alanlarına göre seçin.

* Her çocuğunuzla  yalnız olarak ilgilenebileceğiniz zamanlar ayarlayın. Çocuklar dikkatiniz için her zaman rekabet etmek zorunda kalmazlarsa, kendilerini başka şeyler için de rekabet etmek zorunda hissetmezler. Kıskanan çocukla mümkün olduğunca nitelikli zaman geçirilmeye çalışılmalı, daha önce yapmaktan hoşlandığı alışkanlıklarını gerçekleştirmesine olanak verilmelidir. Yeni gelen kardeşle birlikte önceden gerçekleşen oyun parkına gitme, akşam yemeğinden sonra hikaye okuma gibi etkinlikler birden bire son bulmamalıdır. Bu sayede çocuk statü kaybına  uğramadığını fark ederek özgüvenini yitirmeyecektir.

* Daha büyük olan çocuğun özel yaşamını koruyun. Her aile bireyinin bazı zamanlarda yalnız kalmaya ihtiyacı vardır. Küçük kardeşinin uyuduğu veya siz ya da bir aile bireyi tarafından oyalandığı bir sırada, daha büyük olan çocuğun her gün belirli bir süre yalnız başına vakit geçirebilmesi, onu daha anlayışlı yapar.

* Daha büyük olan çocuğun eşyalarını koruyun. Güvene ihtiyacı vardır.  Hem onun, hem de küçük kardeşin iyiliği için eşyaları küçüğün ulaşamayacağı yerlere koyun. Küçük çocuk büyüğün oyuncaklarını aldığında ona çıkışmayın, ancak büyük kardeşin oyuncakları ile  onun izni olmadan oynanmayacağını açıklayın. Bu mesaj büyük bir olasılıkla etkisini hemen göstermeyeceği için her seferinde uzaklaştırmanız gerekecektir.

* Sakin bir zamanlarında iyi geçinme kurallarını öğretin.

* Çocuklarınızın her birinin yaşına uygun etkinlikler ve oyunlar bulmasına yardımcı olun. Böylece oyuna ayak uyduramayan  çocuğun diğerlerini kıskanmasına ve oyunu engellemesini önlemiş olursunuz. Çocuğu kabiliyetlerini sergileyebileceği alanlara yönelterek, sosyal aktivitelere katılmasına yardımcı olarak ilgisini kardeşinin üzerinden çekmesini sağlayabilirsiniz. Bunlar onu ev ortamından kardeşinden uzaklaştırmak değildir. Çocuğu sadece yaşına uygun, yapabileceği aktivitelere yönlendirip, ona cesaret vermek, başarısı sonucunda ödüllendirmek onun ilgisini başka yönlere çekmesine yardımcı olacak, onu mutlu edecek, böylece kardeş kıskançlığının şiddetini azaltacaktır.

* Çocuklarınızı hiçbir konuda birbiriyle kıyaslamayın. Çocuklarımızın doğru şekilde davranmalarını sağlamak amacıyla “Kardeşin ne kadar uslu, sen neden öyle değilsin” demek, sadece aralarında bir ayrışmaya, rekabete ve belki de düşmanlığa bile yol açar.

KİMSE MÜKEMMEL DEĞİLDİR!

Mükemmel bir anne-baba olmaya çalışmayın. Mükemmel insan olmadığı gibi, mükemmel bir anne baba da yoktur. Mükemmel olmaya çalışan insan, yaptığı iyi şeylerden çok, yaptığı hataları görme ve bunlardan pişmanlık duyma eğilimindedir. Çocuğuna kızgınlıkla cevap veren ve sonra pişman olan çok anne baba vardır. Biraz önce ceza verdiği çocuğunu yanına çağırarak sever, bağrına basar. Bu ikilem karşısında kalan çocuk neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenemez.

Çocukken sık sık kavga etmek, çocukların ilerideki dostluklarını tehlikeye düşürmez. Kavga eden kardeşlerin iyi arkadaşlar olarak büyümeleri şansı , çocukluğunda barış içinde yaşamış çocuklar kadar yüksektir. Zamanla anlaşmazlıklarını sözlü olarak çözmeyi öğrendiklerinde, bu şans daha da artar.

Çocuklarınızın hem kendilerine hem de yaşadıkları topluma faydalı birer insan olmasını istiyorsanız, onların her türlü  duygu ve düşüncelerini ifade etmelerine; sadece entelektüel zekalarını değil, duygusal ve ruhsal zekalarını da geliştirmelerine izin vermeniz gerekiyor.

Her şeyden önemlisi çocukların anne ve babalarıyla sağlıklı ve pozitif bir iletişim kurmalarıdır. Anne baba olarak yapılması gereken, çocuğa kıskanç olmamayı öğretmek değil, bu duygusunu nasıl ifade edebileceğini öğretmektir. Anne babalar saygı, sevgi ve sorun çözme konularında çocuklarına örnek oldukları sürece, kardeşlik ilişkileri sağlıklı olarak gelişir.

Dil ve konuşma bozuklukları

Dil ve konuşma bozuklukları

Dil ve konuşma bozuklukları konuşulanları anlama, kendini ifade etme veya her iki alanda birden görülen problemleri ifade etmektedir.

Dil ve konuşma bozuklukları:

*Dil ve gecikmiş konuşma

*Artikülâsyon ve Fonolojik Bozukluklar

*Akıcılık bozuklukları (Kekemelik, Takifemi)

*Ses bozuklukları

*Afazi

Dil ve gecikmiş konuşma

Çocuklar ana dillerini çok erken yaşta kazanmakta ve yaşamın ilk üç dört yılında dil ve konuşma gelişimini tamamlayarak yetişkin dil düzeyine ulaşmaktadır. Ancak kimi çocuklarda çeşitli nedenlere bağlı olarak dil ve konuşma edinim süreçleri normal olarak kabul edilen zamandan daha uzun sürmektedir. Çocuğun konuşması yaşından beklenenden çok geri ya da konuşma gelişimi açısından daha yavaş bir gelişme gösteriyorsa o çocuğun konuşması gecikmiş konuşma olarak adlandırılır.

Normal iletişim şunları içerir:

İŞİTME: Kulak sesleri içine alır, elektriksel uyarıya çevirir ve bu uyarıyı beyne gönderir.

YORUMLAMA: Beyin uyarılardan anlam çıkarır ve bir cevap hazırlar. Bilgiler kaydedilir ve gelecekteki yeniden arama içinorganize edilir.

KONUŞMA: Anlaşılabilir konuşma üretimi için solunum organları , ses telleri ve konuşma organları (dil,dudak,çene kasları)koordine olarak çalışmalıdır.

Dil ve konuşma problemleri aşağıdaki alanları etkileyebilir.

ÖĞRENME: Dil ve Konuşma bozukluğu olan kişiler için öğrenme zor olabilir. Kişilerin okul ve iş yaşamındakiperformansını etkiler.

ARKADAŞLIK: Dil ve konuşma problemleri sosyal yaşamla ilgili birçok probleme sebep olabilir.

KENDİNE BAKIŞ: Utanma, reddedilme ve düşük kendilik imajı sonucu duygusal problemler artar.

GECİKMİŞ DİL VE KONUŞMA

Dil ve konuşma bozukluklarının erken teşhis ve tedavisi, ilerdeoluşabilecek davranış problemleri, okuma problemleri, öğrenme problemleri ve sosyal gelişimle ilgili ek sorunların oluşmasını engeller.

Kimler risk altındadır?

*Prematüre doğan bebekler

*Kromozom anomalisi olanlar

*Motor gelişim geriliği olanlar

*Kafa travması geçirenler

*İşitme kaybı olanlar

*Ailede gecikmiş dil öyküsü olanlar

*Zihinsel engeli olanlar

*Otistik olanlar

*Kranyofasiyal anomalisi olanlar( Yarık dudak damak vs…)

*Genetik bozukluğu olanlar

Ailenin çocuğun sosyal iletişim davranışlarına ilişkin gözlemleri muhtemel gecikmeyi belirlemek için önemli ipuçlarıdır. Bu sosyal iletişim davranışları şunları içerir;

-Nesneleri reddetme ya da isteme

-Selamlama davranışı

-Sesleri ya da aktiviteleri taklit etme

-Dili anlama

-Oyunlara katılma

-Heyecan ya da duyguları dışa vurma

-Çevreyle iletişim içinde olma

ARTİKÜLÂSYON SORUNLARI

Artikülasyon konuşma seslerinin üretiminin motor hareketlerini içerir. Artikülasyon bozukluğunda birey konuştuğu dile ait bazı sesleri uygun şekilde sesletemez; bu da konuşmanın başkaları tarafından anlaşılmasını etkiler. Dil ve konuşma terapisti artikülasyon ve fonoloji testi uygulayarak çocuğun sesletemediği konuşma seslerini tespit eder ve uygun terapi programı geliştirir.

FONOLOJİK HATALAR

Bazı çocuklarda fonolojik edinim süreçlerine dayanan, tahmin edilebilir konuşma hatalarıyla karakterize olan, çeşitli konuşma seslerinin yer değiştirilmesi, düşürülmesi ya da hatalı kullanımı görülmektedir. Bu çocukların konuşmasının anlaşılması son derece güçtür ve etiyoloji sıklıkla belirsizdir. Dil ve konuşma terapisti bireyin fonolojik sistemini çözümlemek için artikülasyon ve fonoloji testi uygular ve uygun terapi programı geliştirir.

 -Çocuk sesi üretebilir ama sözcük veya cümledeki gerekli yerlerde kullanamaz

-Sesleri birbirlerinin yerine kullanır

-Seslerin farklı olduğunu algılamaz

-Ses sözcük içindeki diğer seslerden etkilenir

KEKEMELİK

Akıcı konuşmanın tekrarlamalar, uzatmalar, duraklamalar, spazmlar ve araya ses, hece sokmalar ile kesilmesidir. Aynı zamanda akıcı konuşmanın bloke edilmesine eşlik eden kaçınma (kelimeleri değiştirme, konunun etrafında dönen konuşmalar gibi) ve mücadele davranışları (kafa sallamak, göz kırpmak, yüz ekşitmek gibi) ile de karakterizedir.

Kekemelik aşağıdaki durumlarda azalır veya ortadan kalkar:

-Şarkı söylerken

-Koro şeklinde ya da başka birisiyle birlikte okurken

-Fısıltıyla konuşurken

-Küçük çocuklarla konuşurken

-Yüksek sesin bulunduğu ortamlarda konuşurken

-Normal tizlikten düşük ya da yüksek tizlikle konuşurken

-Monoton konuşurken

-Metronomun (tempo tutmaya yarayan bir aygıt) ritmik vuruşlarıyla konuşurken

-Gecikmiş işitsel geri bildirim (DAF) etkisinde konuşurken

-Aşağıdaki durumlarda da artar:

-Telefonla konuşurken,

-Topluluk önünde konuşurken

-Otorite figürleri önünde konuşurken

-Şaka yaparken,

-Birinin ismini söylerken

Ailelere öneriler

*Çocuk cümlesini bitirdiğinde ona nefes alma süresi tanıyın

*Cümlesini tamamlamayın, konuşmasında araya girmeyin

*Çocuğu eleştirmeyin

*Çocukla iletişim kurun, model olun

*Çocuğun kekelediği zamana değil, akıcı olduğu zamanlara dikkat edin

SES BOZUKLUKLARI

Ses bozukluğunun ne olduğunu anlayabilmek için normal sesi anlamak  gerekir. Bebeklerin, çocukların, ergenlerin, yetişkin erkek ve kadınların, yaşlı erkek ve kadınların seslerinin farklı karakteristikleri vardır. Her biri diğerinden farklılaşır ve bizim o gruptan beklentilerimizi karşılar ve normal ses olarak kabul edilir. Buna karşın sesin tizlik, yükseklik, esneklik ve kalitesinde aynı yaş, cinsiyet ve kültür grubundaki bireylere göre alışılmıştan farklılıklar sapma ya da bozukluk olarak tanımlanır.

AFAZİ

Sağ elini kullananlar için dil açısından baskın olan, beynin sol yarı küresinin lokal hasarları sonucunda afazi oluşur

Afazi; beyindeki hasarın yerine ve büyüklüğüne bağlı olarak hafif, orta ya da ciddi düzeyde iletişim sorunlarına sebep olur. Afazi sonucunda dilin sözel anlama, konuşma, okuma ve yazma bileşenlerinden bir ya da

bir kaçında sorunlar oluşabilir. Bozukluk ne söylendiğini ya da yazıldığını anlamada olduğu gibi sözel çıktı ve yazı yazmada da olabilir. Afazi’ deki hiçbir dil bozukluğu; global zihinsel bozukluklardan ( zihinsel gerilik ya da bunama) ya da konuşma, işitme ve görme organlarına ilişkin sorunlardan kaynaklanmaz. Afazik bireyler ‘dil’ problemlerinden olduğu gibi konuşma problemlerinden de Muzdariptirler.

Afazik bireylerde görülebilecek konuşma bozuklukları şunlardır

-Dizartri: yüzdeki paralizler ( felçler ) nedeniyle kelimelerin artikülasyonundaki bozukluk ve  güçlüklerdir

-Apraksi: konuşmanın programlanmasına ilişkin bir hasar olarakbağımsız ortaya çıkar. Sinir sistemi ile ilgili bir konuşma bozukluğudur.

-Motor-planlama-programlama sorunu olduğu, bir başka deyişle, beynin konuşma /sesbilgisi motor programlarını üreten ilişkili kısmının hasarlandığı kabul edilmektedir.

Ailelere öneriler

 Çocuğa sevgi ve huzur dolu bir aile ortamı hazırlayarak onunla ilgilenilmeli ve birlikte vakit geçirilmelidir.

Çocuğun gelişimine uyan oyunlar oynanmalı; .ocuğun seviyesine uygun hikâye ve masal anlatılmalıdır.

Çocuğun kendine güveni artırılmalıdır.

Çocuğun televizyon karşısında çok uzun süre kalması engellenmelidir.

Çocukla konuşurken aile bireyler çocuğu dinlemelidir.

Çocukla göz kontağı kurulmalıdır.

Çevredeki canlı ve cansız nesneler isimlendirilerek çocuğa tanıtılmalıdır.

Çocuğun sık kullandığı sözcüklere ilave sözcükler katılarak çocuğa cevap verilmelidir.

Ailenin diğer fertleri ile işbirliği yaparak onların da bu sürece katılımı sağlanmalıdır.

Rett Sendromu

Rett Sendromu;  

Daha çok kız çocuklarında görülen bir sendromdur. Doğum öncesinde ve doğumdan sonraki ilk beş ay içerisinde çocuk normal gelişim gösterir. Rett sendromu olan çocuklarda doğumdan sonraki ilk beş aydan sonra yaygın gelişimsel bozukluk belirtileri görülmeye başlanır.
5 ay ve 48 aylık dönemler arasında çocuğun kafa gelişimi yavaşlar. 5 ila 30’uncu aylar arasında daha önceden kazanılmış olan istemli el, kol hareketleri kaybolur. Epilepsi nöbetlerine benzer nöbetler görülebilir.Bozukluğun başlangıcını izleyen ilk birkaç yıl içinde çevreye olan ilgi azalmaya başlar. Vücut ve gövde hareketlerinin koordinasyonu bozulur.Amaca yönelik olmayan tekrarlayıcı hareketler ortaya çıkar.

Bunlar;
• Ellerini göğüs hizasında tutup oğuşturma,
• Ellerini yalama.
• El çırpma,
• Eli ağza sokma,
• El bükme,
• Diş gıcırdatma,
• Hava yutma, hava verme,
• Ani gülme ve ağlama atakları.

Ayrıca rett sendromlu çocuklarda uyku problemleri, skolyoz ( bel kemiğinin s şeklini alması), küçük ayaklar, göz kontağı olmaması, büyümede gecikme, EEG’de anormallik, bacakları geniş açarak yürüme gibi bozukluklar görülür.
Kazanılmış olan sosyal davranışlar kaybolur. Sosyal ilgi ve becerileri giderek yavaşlar.Alıcı ve ifade edici dil gelişimlerinde ileri derecede bozukluklar ortaya çıkar. Söyleyebildiği hece ve seslerin kaybolduğu gözlenir.Zihinsel alanlarda ileri derecede bozukluklar ortaya çıkar. Bu bozukluklar kalıcı ve ilerleyicidirler.

Rett sendromu 4 evreden oluşmaktadır.

1.EVRE
Başlangıç evreside denir. Rett sendromu belirtilerinin görüldüğü veya şüphelenildiği evredir. 5 aydan 1.5 yaşa kadar olan dönemdir. Bebeğin göz kontağı kuramaması, çevresine olan ilgisinin azalması, kafa gelişiminde yavaşlama ve motor becerilerde gerileme görülür.
2.EVRE
Bu evre 1.5 ile 4 yaşa kadar sürebilen bir dönemdir. Tekrarlayıcı el hareketleri artar. Bu dönemde solunumda bozukluklar ortaya çıkar.nefes tutma, hava yutma gibi belirtiler göze çarpar. Yürümede dengede bozukluklar vardır. Sosyal becerileri kaybetmenin yanı sıra otistik özelliklerde görülür.
3.EVRE
Bu evre 2 ile 10 yaşa kadar sürebilen bir dönemdir. Motor gelişimdeki bozukluklar artmıştır. Ağlama, huzursuzluk, sinirlilik gibi davranışlarda azalma görülür. Nöbetler artar.bir çok rett sendromlu çocuk hayatının çoğunu bu evrede ğeçirebilir.
4.EVRE
5-15-25 yaşları arasında yaşanan bir dönemdir. Genellikle 10 yaşından sonra başlar. Bazı rett sendromlu çocuklar hiç yürüyememişken, bazıları ise yürümeyi bırakırlar. Tekrar edilen hareketlerde azalma görülebilir. skolyoz göze çarpar. Gözünü dikip bakma özelliği devam eder. Bu çocuklarda beklenildiği yaşta ergenlik başlar.

TEDAVİ VE BAKIM
Rett sendromlu çocuklarda yapılan tedavilerde fizik tedavi, beslenme (diyet) tedavisi, Ca+Folinat tedavileri kullanılmaktadır. 
Diyet tedavisi: rett sendromlu çocuklarda iç alerjik, saklı alerjik durumlar ortaya çıkabilir. Bazı iç organlarda tahribata rastlanabilir.bu sebeplerden dolayı bu çocukların beslenmesinde doktorlarla işbirliği içerisinde olunmalıdır.Ayrıca Folikasit tedavisi de kullanılmaktadır. 

Verilecek eğitim ile ergenlik dönemine doğru sosyal iletişimde düzelmeler olabilir.